GİRİŞ
Hukuk yargılamasında yazılı yargılama
usulünde cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçelerinin verilmesi ile, basit
yargılama usulünde ise cevap dilekçesinin verilmesi ile davayı genişletme ve
değiştirme yasağı başlar.[1]
Dava sebebinin ve talep sonucunun
değiştirilmesi yasak kapsamındadır. Söz konusu yasağın ise istisnaları
mevcuttur:
-İhtaratlı ön inceleme davetiyesine rağmen
davalı ön inceleme duruşmasına mazeretsiz bir şekilde katılmazsa, davacı dava
sebebini ve talep sonucunu değiştirebilir ya da genişletebilir. Bu durumda
davalının muvafakati aranmaz.[2]
6100 sayılı HMK m.141/2’ye göre karşı tarafın açıkça muvafakat gösterdiği
durumlarda dava genişletilebilir, değiştirilebilir.
-Yine HMK m.141/2’ye göre ıslah yolu ile
dava genişletilebilir veya değiştirilebilir.
Islah, tarafların davayı genişletme ve
değiştirme yasağı sebebi ile yapamadıkları işlemleri, gerekli harç ve
masrafların ödenmesi ile, tek taraflı olarak kısmen veya tamamen
düzeltebilmeleridir. [3]
Tanımdan da anlaşılacağı üzere ıslah için
karşı tarafın muvafakati veya hâkimin onayı gerekmez. Davayı genişletme ve
değiştirme yasağının başlamasından itibaren hem davalı hem de davacı ıslah
yoluna başvurabilir. Davacı davasını tamamen veya kısmen ıslah edebiliyorken,
davalı yalnızca kısmen ıslah yoluna gidebilir.
1. ISLAH KAVRAMI, ISLAHIN HUKUKİ NİTELİĞİ
VE ISLAHIN AMACI
I. Genel Olarak Islah Kavramı
HMK’nın 176. Maddesinde taraflardan her birinin, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği hükmü yer almaktadır. Islah, tarafların bir davada iddia ve savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağı sebebiyle yapamadıkları usul işlemlerini, giderlerini karşılayarak, yasada belirtilen süre içerisinde, tek taraflı bir irade beyanı ile tamamen veya kısmen düzeltmeleri anlamına gelir. Yine 04.02.1948 tarihli ve 1944/10 E.-1948/3 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, "...1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile usul hükümleri meyanına giren ıslah müessesesi ile; açılmış olan bir davada usule müteallik olmak üzere yapılan yanlışlıkları bir defaya mahsus olmak üzere tamamen veya kısmen düzeltmek imkânı sağlanmıştır. Nitekim bir dava açıldıktan sonra teslimi istenen malın telef ve ziyaı gibi bir sebeple teslimin imkânsızlığından dolayı iddiayı, ifa yerine tazminata çevirmek ve davayı, sebebi olan vakıalar sonradan öğrenilerek düzeltmek ve deliller safhasında da yeni deliller ikame etmek lüzum ve zarureti hasıl olabilir ve iyi niyet sahibi olan taraflar bu yanlışlıkları ve unutulmuş şeyleri ıslah yoluyla düzeltir veya tamamlayabilirler..." şeklinde ıslah kurumuna yer verilmiştir.[4]
Yargıtay’a göre ıslah, taraflardan birinin
yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesidir. Islah
müessesi, dava değiştirme yani iddia ve müdafaanın değiştirilmesi veya
genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkandır.
6100 sayılı HMK'nın ıslaha ilişkin madde
gerekçesinde de "...1086 sayılı Kanunun 83 üncü maddesi hükmü esas olarak
kabul edilmiş, ancak anlaşılmasını kolaylaştırmak için ifadesi değiştirilmiş ve
iki fıkra hâlinde düzenlenmiştir. Taraflar, daha önce olduğu gibi, ıslah yolu
ile iddialarını ve savunmalarını genişletip değiştirebileceklerdir. Buna göre,
davacı dava dilekçesinde belirttiği dava sebebini değiştirebileceği gibi,
örneğin; daha önce belirttiği ödünç sözleşmesi sebebini değiştirip, sebepsiz
zenginleşme sebebine dayanabilecektir. Keza, davacı dava dilekçesinde
belirttiği vakıaları eksik belirtmişse, onları ıslah yolu ile
tamamlayabilecektir. Ayrıca, davacının dava dilekçesinde belirttiği talebini
ıslah yolu ile artırması, örneğin daha önce istediği elli bin Türk Lirasını yüz
bin Türk Lirasına çıkarması mümkün olduğu gibi, talebini değiştirmesi de
mümkündür, aynen talep ettiği otomobilden vazgeçip, ıslah yolu ile değerini
isteyebileceği gibi, otomobilden tümüyle vazgeçip, ıslah yolu ile bilgisayar
istemesi de mümkündür. Aynı şekilde davalı da vermiş olduğu cevap dilekçesini
ıslah edip, daha önce eksik bıraktığı savunmasını tamamlayabileceği gibi,
savunmasını dayandırdığı vakıaları tümüyle de değiştirebilecektir..."
yönünde açıklamalara yer verilerek ıslahın iddia ve savunmasının
değiştirilmesine imkân veren yönüne vurgu yapılmıştır.
II. Islahın Hukuki Niteliği
HMK
iki ayrı yargılama usulünü öngörmüştür. Bunlardan ilki yazılı yargılama usulü
(HMK madde 118–186); diğeri ise basit yargılama usulüdür (HMK madde 316–322).
Yazılı yargılama usulü asıl olan yargılama usulüdür.
Yazılı yargılama usulü; davanın açılması ve
dava dilekçesinin davalıya ya da davalılara tebliğ, bu dilekçelere karşı
davalının cevap dilekçesi vermesi, davalının cevap dilekçesine karşı davacının
cevaba cevap dilekçesi vermesi ve son olarak davalının ikinci cevap dilekçesi
vermesi olmak üzere dört aşamadan oluşmaktadır. İddianın veya savunmanın
değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağı yazılı yargılama usulünde cevaba
cevap dilekçesinin verilmesi ile davacı açısından, ikinci cevap dilekçesinin
verilmesiyle de davalı açısından başlamaktadır.
Dilekçeler aşamasında davacı iddiayı, davalı da savunmayı dilediği gibi
değiştirebilir veya genişletebilir. Ön inceleme duruşmasında ise taraflardan
birinin duruşmaya mazeretsiz olarak gelmemesi halinde duruşmaya gelen taraf,
iddiasını veya savunmasını dilediği şekilde değiştirebilir veya genişletebilir.[5]
Basit yargılama usulü ise istisnai bir
yargılama usulü olarak kabul edilmiştir. Basit yargılama usulü daha çabuk
sonuçlandırılması gereken, bu sebeple de kısa bir sürede incelenerek karar
verilebilecek konular için kabul edilmiş bir yargılama usuldür Basit yargılama
usulüne tabi olan davalar HMK'nın 316. maddesinde sınırlı olarak sayılmıştır.
Basit yargılama usulünde HMK'nın 318. maddesine göre, taraflar dilekçeleri ile
tüm delillerini sunarlar. Delillerinin hangi vakıanın delili olduğunu
açıklayarak başka bir yerden getirtilecek delil varsa bunların neler olduğunu
ve nasıl getirtileceğinin de bildirilmesi gerekir. Yargılamanın uzamaması
açısından, dava dilekçesi ile savunma dilekçesinde delillerin sunumu ve
vakıalara ilişkin açıklama oldukça önemlidir. Basit yargılama usulünde iddianın
veya savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağı davanın açılması ve
cevap dilekçesinin verilmesi ile başlar. Ön inceleme duruşmasına diğer tarafın
mazeretsiz olarak gelmemesi halinde, duruşmaya gelen tarafın iddiasını veya
savunmasını genişletebilip genişletemeyeceği konusunda bir açıklık
bulunmamaktadır. Ancak HMK'nın 322. maddesi gereğince kanunda basit yargılama
usulü hakkında hüküm bulunmayan hallerde yazılı yargılama usulüne ilişkin
hükümlerin uygulanacağı belirtildiğinden, HMK'nın 141. maddesinin ikinci
fıkrasının basit yargılama usulünde de uygulanacağını kabul edebiliriz. Yine
aynı gerekçeyle tahkikat aşamasında da yazılı yargılama usulündeki kuralların
geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
Yukarıda bahsedilen yasak ya ıslah ile ya
da diğer tarafın açık muvafakati ile aşılabilmektedir. Bu nedenle ıslah,
kendine özgü (sui generis) hukuki bir çare ve yoldur. Islah tek taraflı bir
irade beyanıyla kullanılmaktadır. Islahın yapılabilmesi için hâkimin onay
vermesine veya karşı tarafın muvafakatini almaya gerek yoktur. Hâkim, sadece
ıslahın koşularını inceler ve yapılan ıslahın geçerli olup olmadığını
değerlendirir. Islah nitelik olarak değerlendirildiğinde, taraflardan birinin
tahkikat aşamasında yapmış olduğu usul işlemini düzeltmesidir. Öyleyse,
mahkemenin yapmış olduğu usul işlemlerinde, iki taraflı usul işlemlerinde ve
maddi hakkı sona erdiren işlemlerde ıslah hakkı kullanılamaz.
Islah hakkı taraflarca tahkikatın sona
ermesine kadar ve yalnızca bir kez kullanılabilir (HMK md. 176-177). HMK’nın
177/2 fıkrasına göre ıslah, sözlü veya yazılı olarak yapılabilir.
HMK’nın 178/1 maddesine göre ıslah eden
taraf, ıslah sebebiyle geçersiz hale gelen işlemler için yapılan yargılama
giderleri ile karşı tarafın uğradığı ve uğrayabileceği zararları karşılamak
üzere hakimin takdir edeceği teminatı, bir hafta içinde, mahkeme veznesine
yatırmak zorundadır.Aksi halde, ıslah yapılmamış sayılır.
III. Islahın Amacı
Islah, tahkikat aşamasında yapılmış olan
hatalı taraf usul işlemlerini, bir defaya mahsus olmak üzere düzeltme hakkı
veren hukuki bir çaredir. Islah hakkını kullanan taraf, diğer çarelere oranla
daha kısa sürede ve daha az masrafla gerçekte istediği talep sonucuna ulaşır.
Islahın amacı, yargılama sürecinde, şekil ve
süreye aykırılık sebebiyle ortaya çıkabilecek maddi hak kayıplarını ortadan
kaldırmak olduğundan; hak ve alacağı bu sürecin dışında ortadan kaldırmış olan
işlemlerin, yani maddi hukuk işlemlerinin ıslah yoluyla düzeltilebilmesi söz
konusu değildir. Feragat, kabul, sulh gibi işlemler asıl hakkı ortadan
kaldırdıklarından, usul işlemi olduğu kadar maddi hukuk işlemi olma özelliği de
taşımaktadır. Bu nedenle bu işlemlerin ıslah yoluyla düzeltilmesi imkansızdır.
Islah, yargılama hukukunun şekle ve süreye bağlılığından kaynaklanan zımni hak
kayıplarının telafisi için öngörülmüş bir müessesedir. Açık bir irade beyanı
ile terk edilen haklar ıslahın konusu olamaz.[6]
2. ISLAHIN KOŞULLARI
Islah, taraflara bir defaya mahsus olmak
üzere tanınmış istisnai bir haktır. Ancak her işlemin ıslah edilebilmesi mümkün
değildir. HMK ıslah hakkının kullanılabilmesi için bazı şartlar öngörülmektedir.
Islaha ilişkin maddelerde, dağınık bir şekilde ıslahın şartlarına yer verilmiştir.
Islahın şartlarını genel olarak saymak gerekirse; sadece usul işlemleri ıslah
edilebilir (HMK m. 176/1) ve taraflar bu yola sadece bir kez başvurabilir (HMK
m. 176/2), ıslah tahkikatın sonuna kadar kullanılabilir (HMK m. 177) ve yazılı
olarak bir dilekçeyle veya sözlü olarak yapılabilir (HMK m. 177/2). Islah
yoluna başvuran tarafın, ıslah yapılması nedeniyle ortaya çıkan yargılama
giderlerini ve karşı tarafın zararlarını ödemesi gerekmektedir (HMK m. 178).
I. Islaha Elverişli Bir İşlemin Bulunması
Usul işlemleri, yargılamaya katılanlar
tarafından yapılan ve yargılamayı başlatan, sürdüren ve sona erdiren
işlemlerdir. Örneğin, dava dilekçesi ile açılan davada, taraflar duruşmaya
çağrılır, bu duruşmada iddia ve savunmalarını ispat için deliller gösterirler,
delillerin incelenmesinden sonra mahkeme bir karar verir ve bu karara karşı
taraflarca kanun yoluna başvurulabilir. Bu işlemlerin bir kısmı mahkemece, bir
kısmı ise taraflarca yapılır. Mahkeme tarafından yapılan usul işlemlerine
mahkeme usul işlemleri, taraflarca yapılan usul işlemlerine ise taraf usul
işlemleri denir.
Taraf usul işlemleri davanın açılmasından
mahkemenin dava sonunda verdiği karara kadarki süreçte, tarafların tek başına,
birbirleri ile ya da mahkeme ile yaptığı işlemlerdir. O halde HMK'nm 176'ncı
maddesi hükmü karşısında ıslahın konusunun taraflarca yapılmış usul işlemleri
olduğu anlaşılmalıdır. Mahkemece ıslah kurumuna başvurularak usul işlemler
düzeltilemeyecektir.[7]
Yine, taraf usul işlemleri arasında yer almakla birlikte iki taraflı usul
işlemi konumunda bulunan usul sözleşmelerinin ıslahla geçersiz kılınması mümkün
değildir.
Kanunda açıkça sayılmış olmaları nedeni
ile, ikrar, tanık ifadeleri, bilirkişi rapor ve beyanları, keşif ve isticvap
tutanakları, yerine getirilmiş olan veya henüz yerine getirilmemiş olmakla
beraber, karşı tarafın yerine getireceğini ıslahtan önce bildirmiş olması
koşuluyla, yeminin teklifi, reddi veya iadesi ıslah ile geçersiz kılınamaz.[8]
Buna karşın özellikle ilk itirazlar
yönünden cevap dilekçesinde ileri sürülmemesi hâlinde ıslah ile bu durum
düzeltilemez. Cevap dilekçesi HMK'nın 116'ncı maddesinde hüküm altına alman ilk
itirazlar için hak düşürücü niteliktedir.
Tarafların dilekçelerinde yer alan açık
yazı ve hesap hatalarının, yani maddi hataların, karar verilinceye kadar her
zaman düzeltilebilmesi mümkün olduğundan, bu tür hatalar açısından HMK madde 183
gereği ıslaha başvurmaya ihtiyaç yoktur.
Hâkimin kendiliğinden araştırma ilkesinin
bulunduğu davalarda, incelenmesi maddi gerçekliğe ulaşmak için gerekli olan
hususların sonradan ileri sürülmesi iddianın veya savunmanın değiştirilmesi
veya genişletilmesi yasağına tabi değildir. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı
davalarda tarafların yeni vakıalarını ya da delillerini mahkemenin önüne
getirmeleri ve mahkemeye bu delil veya vakıalarını incelettirerek verilecek
karara etki ettirmeleri için ıslaha gerek yoktur.
O halde davacının davasının temelini
oluşturan maddi vakıaları ıslah yolu ile değiştirip genişletmesi, talep
sonucunu rakam olarak arttırması, talep sonucunun yanma yeni kalemler ilave
etmesi veya eskisinin yerine yeni bir talebi ikame etmesi; davalının ise cevap
ve ikinci cevap dilekçesinde ileri sürülmemiş olan bir defiyi (örneğin
zamanaşımı defi) yargılamaya dâhil etmesi, savunmasını değiştirip genişletmesi
mümkündür.
Her ne kadar ıslah, mahkemenin onayına
ihtiyaç olmadan yapılabilen tek taraflı bir usul hukuku işlemi ise de ıslaha
başvuran tarafın düzeltmek veya değiştirmek istediği usul işleminin, ıslaha
elverişli olup olmadığının ve işlemin ıslah sonrasında bürüneceği hâlin, davaya
uygun bir talep olup olmadığının hâkim tarafından değerlendirilmesi ve ıslah
dilekçesinin diğer tarafa tebliği gerekecektir. Böylece hâkimin gözünden
kaçabilecek hususların karşı tarafça tespit edilip hâkimin önüne
getirilebilmesi ve aynı zamanda davalı yana hukuki dinlenilme hakkı açısından
bilgilenme, açıklama, dikkate alınma ve değerlendirilme imkânı sağlanmış
olacaktır.
II. Islahın Davanın Taraflarınca
Yapılabilmesi
HMK'nın 177'nci maddesinin ikinci fıkrası
uyarınca ıslah, yazılı veya sözlü olarak yapılabilmektedir. Uygulamada
genellikle ıslah, ıslaha başvuran tarafın dilekçe ile mahkemeye başvurması
sureti ile yapılmaktadır. Ancak duruşma sırasında ıslah talebinde bulunmak
mümkün olup bu hâlde ıslah beyanı duruşma tutanağına geçirilir ve hazır olan
karşı tarafa ıslaha karşı beyanda bulunmak üzere süre verilir. Karşı taraf
dilerse ıslahın yapıldığı duruşmada beyanda bulunabilecektir. Islahın dilekçe
ile yapılması hâlinde ise ıslah dilekçesi karşı tarafa tebliğ edilir. Ancak bu
tebligat ıslahın geçerlilik şartı değildir. Bununla birlikte hukuki dinlenilme
hakkının gereği olarak karşı tarafın ıslah talebi hakkında bilgi sahibi olması
ve gerektiğinde bu konuda açıklama yapabilmesi gerekir. Bu duruma ilişkin
Yargıtay güncel bir kararında, ıslah dilekçesi karşı tarafa tebliğ edilmediği
için aleyhine ıslah talebinde bulunulanın savunma hakkının kısıtlandığı
gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur. [9]
Tam ıslahta dava dilekçesi ve talep tümden
değiştiği için yeni bir dava ve bu davaya ilişkin yargılama söz konusu
olacaktır. Davalı tarafın da tam ıslahta yeni bir savunma dilekçesi vermesi
gerekir. HMK'nın 177. maddesinin ikinci fıkrasının da bu nedenle kısmi ıslah
için düzenlendiği öğretide çoğunluk görüştür. Çünkü tam ıslah ile davalı yeni
bir dava ile karşılaştığından, buna ilişkin prosedürün de yeni açılmış bir dava
gibi olması gerekir.
Feri müdahilin bulunduğu bir davada,
yanında bulunduğu tarafın bir kere ıslah hakkı vardır. Ancak feri müdahil,
davanın asli unsuru olmaması ve yanında bulunduğu tarafın sadece lehine olan
iddia veya savunma vasıtalarını ileri sürebilmesi göz önüne alınmalıdır. Islahı
sadece davanın taraflarının yapabilecek olması sebebi ile feri müdahilin ıslah
hakkı bulunmamaktadır. Bunun yanında asli müdahil bir taraf olarak
görüldüğünden ıslah hakkı bulunmaktadır.
İhbar edilen kişi, tıpkı feri müdahil gibi
davayı kazanmasında hukuki yararı olan tarafın yanında davaya katılır. İhbar
olunan kişinin dava içerisindeki durumu açısından düzenlenmiş HMK'nın 64.
maddesi, feri müdahilin dava içerisindeki durumunu düzenleyen HMK'nın 69. maddesinin
ikinci fıkrasına atıfta bulunmaktadır. Davanın ihbar olunduğu kişinin ıslah
hakkı yoktur ve ayrıca feri müdahalede olduğu gibi buna ihtiyacı da
bulunmamaktadır.
Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda,
vekil asıl adına ıslah hakkını kullanabilir. Kısmi ıslah hakkını kullanabilmesi için
vekilin özel yetkisinin olmasına ihtiyaç yoktur. Ancak HMK'nın 74. maddesine
göre tamamen ıslah için vekilin özel yetkisinin bulunması zorunludur.
III. Islaha Aynı Davada Bir Kez
Başvurulabilmesi
HMK'nın 176'ncı maddesinin ikinci fıkrası
hükmü uyarınca tarafların aynı davada yalnızca bir kez ıslah hakkı
bulunmaktadır. İkinci kez ıslah yoluna başvurulursa mahkeme bu beyanı
kendiliğinden reddeder.
HMK’da ıslahın geçerlilik şartı olarak
harca tabi olduğuna ilişkin bir hükme yer verilmemiş ise de örneğin, kısmi ıslah
yolu ile dava değerinin arttırılması halinde, harcın tamamlanması gerekecektir.
Böyle bir durumda, harç yatırılmamış olsa dahi ıslah hakkı kullanılmış
olduğundan bu durumda hakim, eksik harcı yatırmayan tarafı (örnekte davacıyı)
ıslah ile elde edeceği haktan mahrum edecektir. Taraf, ıslah hakkını kullandığı
için de ikinci kez ıslah talebinde bulunamayacaktır.
Belirsiz alacak davasını düzenleyen
HMK'nın 107. Maddesine göre davacı iddianın değiştirilmesi veya genişletilmesi
yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talep sonucunu
artırabilir. Belirsiz alacak davasının HMK'nın kabulü ile Türk hukuk sisteminde
girmesinden önce davacı, talep sonucunu ancak ıslah ederek artırabilmekte idi.
Bir kısım uyuşmazlıklarda, dava açılırken
dava konusu edilen şeyin değeri belli değildir. Bu durumda davayı açan davacı,
dava konusu yaptığı şeyin yaklaşık değerini belirleyerek davasını açar. Harçlar
Kanunu'nun 30. maddesi, "Muhakeme sırasında tespit olunan değerin, dava
dilekçesinde belirtilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa yalnız o celse için
muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin
karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu 409. maddesinde gösterilen süre içinde dosyanın muameleye
konulması, noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır." demektedir.
Konusu taşınmaz olan davalarda, özellikle
dava değeri yargılama esnasında yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi
neticesinde belirlenmektedir. Bu durumda harç, hakim tarafından davacıya tamamlattırılır.
Davacı çoğunlukla harcı tamamlarken vereceği dilekçede bedelin ıslah edildiğini
belirtmekte ve harçta bu ad altında alınmaktadır. Bu durumda davacı aslında ıslaha
lüzum olmayan bir durumda ıslah hakkını kullanmış gibi görünmektedir. Islah bir
irade beyanı olduğu için bu hakkın kullanılıp kullanılmadığını hakkaniyet
kaidesine istinaden tespit edersek, ıslah hakkının kullanılmadığı
düşünülebilir.
Eğer açılmış bir davaya karşı, karşı dava
açılmış ise tek bir esas numarası altında olmasına rağmen iki ayrı dava
bulunmaktadır. Bu nedenle davacının hem kendi davası açısından hem de karşı
dava açısından olmak üzere iki ayrı ıslah hakkı bulunmaktadır. Davalı açısından
da hem davalı olduğu dava açısından hem de davacıya açtığı karşı dava açısından
olmak üzere iki ayrı ıslah hakkı vardır. Burada kullanılan ıslah hakkının hangi
davaya dair olduğunun açıklanması önemlidir.
IV. Islahın Tahkikatın Sonuna Kadar
Yapılabilmesi
HMK'nın 177'nci maddesinin birinci fıkrası
hükmü gereğince ıslah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilmektedir. Hukuk
yargılaması, davanın açılmasından başlayıp hükmün kesinleşmesine kadar devam
eden bir süreci kapsar. Islah yoluna da diğer usul işlemleri gibi belli bir
zaman dilimi içerisinde başvurulabilir. Bir başka deyişle taraflar istedikleri
zaman ıslah yoluna başvuramazlar.
Islah yoluna başvurulma anının başlangıcı
iddianın ve savunmanın değiştirilmesi yasağının başlangıcı ile ilgilidir. Bir
başka deyişle iddianın ve savunmanın değiştirilme yasağının başlangıcı, aynı
zamanda ıslah yoluna başvurulma anının başlangıcını oluşturmaktadır. Zira iddia
ve savunma yasağının başlamadığı bir dönemde taraflar iddia ve savunmalarını
serbestçe değiştirebilirler. İddianın ve savunmanın değiştirilmesi anının
başlangıcı yazılı (HMK md. 118-142) ve basit (HMK. md. 116, 322) yargılama
usulüne tabi davalarda farklılık gösterir.
Bu farklılıklar ve yasağın başlangıcı II. Islahın Hukuki Niteliği
bölümünde detaylıca açıklanmıştır. Yine kanun yolları aşamasına ilişkin HMK'nın
357'nci maddesinin birinci fıkrası uyarınca istinaf ve yargıtay aşamasında da
ıslah yapılamaz.
22.07.2020 yürürlük tarihli 7251 sayılı
Kanun ile değişen 6100 sayılı HMK’nın 177/2.maddesinde; “Yargıtayın bozma
kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk
derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin
bir işlem yapması halinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir.
Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.”
düzenlemesine yer verilerek bozmadan sonra ıslah konusuna yasal açıklık
getirilmiştir ve güncel içtihatlar da bozma sonrası ıslahın mümkün olduğu
yönündedir.[10]
V. Yargılama Giderlerini Ve Karşı Tarafın
Zararların Tazmini
Islah hakkının kullanılması ile bazı
işlemler yapılmamış sayılacak ve yargılamanın bir kısmı boşa çıkacaktır. Buna
bağlı olarak karşı tarafın zarara uğrama ihtimali yüksektir. Kanun koyucu bu
nedenle HMK'nın 178'inci maddenin birinci fıkrasında “Islah eden taraf, ıslah
sebebiyle geçersiz hale gelen işlemler için yapılan yargılama giderleri ile
karşı tarafın uğradığı ve uğrayabileceği zararları karşılamak üzere hâkimin
takdir edeceği teminatı, bir hafta içinde, mahkeme veznesine yatırmak
zorundadır. Aksi halde, ıslah yapılmamış sayılır.” hükmüne yer verilmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken husus,
karşılanacak olan yargılama giderleri, dava sonunda aleyhine hüküm verilen
tarafın ödeyeceği yargılama gideri kadar kapsamlı değildir. Bu giderler sadece
davanın ıslah edilmesi sebebi ile hükümsüz hâle gelen işlemler için ödenmiş
bulunan yargılama giderleridir.
3. ISLAHIN ÇEŞİTLERİ
Islah davanın tamamen ıslahı ve kısmen
ıslahı olmak üzere ikiye ayrılır. HMK'nın 176'ncı maddesinin birinci fıkrasında
"Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen
ıslah edebilir." şeklindeki hüküm ile bu husus düzenlenmiştir.
Dava dilekçesinin verilmesi dahil, tüm
usul işlemlerinin yapılmamış sayılması sonucunu doğuran ıslaha "davanın
tamamen ıslahı" denir. Buna karşın
davanın “kısmen ıslahı” ile, davada yapılmış olan belli bir usul
işlemi ıslah edilir(düzeltilir) ve bundan sonraki usul işlemlerinin
yapılmamış sayılması sağlanır.
I.
Kısmen (Kısmi) Islah
Kısmen ıslah gerek davacı gerek davalı
tarafından ve dava dilekçesinden sonra herhangi bir usul işlemi sonrası
yapılabilmektedir.
Davalı tarafça gerçekleştirilecek olan
ıslah, bu yolla savunma ister genişletilsin ister değiştirilsin, daima kısmen
ıslah olacaktır. Çünkü, davalı yapacağı ıslahla en fazla cevap dilekçesinin
verilmesi dâhil tüm usul işlemlerinin yapılmamış sayılmasını sağlayabilir. Bu
tespit çerçevesinde davanın tamamında ıslaha başvuru hakkı, münhasıran davacıya
aittir. Çünkü ıslaha başvuru sureti ile, dava dilekçesinin verilmesi dâhil tüm usul
işlemlerinin yapılmamış sayılmasını sadece o sağlayabilir. Davacı taraf,
iddiasını yani dava sebepleriyle talep sonucunu değiştirmek istiyorsa, yapacağı
ıslah davanın tamamen ıslahı olacaktır. Buna karşılık iddianın yani dava
sebepleriyle talep sonucunun değiştirilmesi değil de genişletilmesi arzulanıyorsa,
başvurulan yol kısmen ıslahtır.
Kısmen ıslaha başvuran tarafa HMK'nın 181
'inci maddesi uyarınca, ıslah ettiği usul işlemini yapması için bir haftalık
süre verilir. [11]
Bu süre içinde ıslah edilen işlem yapılmazsa. Islah hiç yapılmamış gibi davaya
devam edilir. Dolayısıyla ıslah edilecek usul işlemin yapılabilmesi bir
haftalık kesin süreye tabi kılınmıştır. Bu sürenin geçmesi ile, ıslah hakkı bir
kereye mahsus olduğu için tükenecek ve dava ıslah edilmeden kaldığı yerden
devam edecektir.
Kısmi davada dava konusu edilmemiş olan
alacak kısmının bu dava devam ederken davaya dahil edilmesinde, ek dava
açılabileceği gibi ıslah yoluna başvurulması da seçeneği de kullanılabilir.
Sözü edilen halde işlev kazanacak olan
ıslah türü, davanın tamamen ıslahı değil, kısmen ıslahıdır. Çünkü talep sonucu
değiştirilmemekte; sadece tutar arttırılmakta, yani talep genişletilmektedir.
Değiştirme değil de genişletme varsa, işlev kazanacak olan ıslah türü, kısmen
ıslahtır. Kısmi davada zamanaşımı, ek davanın açıldığı anda kesiliyorsa, kısmen
ıslah talebinde bulunulması halinde de bu talepte bulunulduğu andan itibaren
kesilir. Çünkü, kısmen ıslah, dava dilekçesinin verilmesi dahil, tüm usul
işlemlerinin yapılmamış sayılması sonucunu doğurmaz.
Kısmi ıslah ile ıslah edilen işlem ve
davanın aldığı yeni durum açısından, zamanaşımı veya hak düşürücü sürenin
hesaplanması davanın açıldığı tarihe göre değil, ıslahın yapıldığı tarihe göre
hesaplanır. Tamamen ıslah ile kısmi ıslah bu açıdan da birbirinden
ayrılmaktadır. Kısmi ıslah da ıslahın bir türü olmasına rağmen dava değerinin
artırılması açısından belirsiz alacak davası ile kısmen benzemekte olup, faizin
başlangıcı, zamanaşımının kesilmesi ve durması konularında farklılıklar
barındırmaktadır. Bu konu aşağıda ayrıntılı bir şekilde incelenecektir.
Kısmi ıslah yapmak için vekilin özel
yetkiye sahip olmasına gerek yoktur. Kısmi ıslahı çok kapsamlı olmayan,
standart olarak kabul edebileceğimiz bir vekâlete istinaden her vekil
yapabilir. Kısmi ıslah yolu ile davacı tarafından sadece dava değeri
artırılıyorsa bu durumda karşı tarafın uğrayacağı masraf ve zararın
yatırılmasına gerek yoktur. Çünkü dava değerinin artırılması halinde diğer
ıslah hallerinde olduğu gibi karşı tarafın bir zararı olmayacaktır. Somut
olarak da bu durumda ne geçersiz sayılması gereken bir işlem ne de karşı taraf
açısından bir zarar söz konusudur. Eğer artırılandan daha az bir miktara
mahkeme karar verirse, diğer taraf için reddedilen kısımla orantılı olarak
vekâlet ücreti tayin edilecektir. Bu nedenle sadece dava değerinin artırılması
halinde, ıslah talebinde bulunanın bakiye harcı yatırması yeterlidir.
II.
Tamamen (Tam) Islah
Tamamen ıslah, sadece davacı tarafından
yapılabilen bir usul işlemidir. Tamamen ıslah ile dava dilekçesinden itibaren o
ana kadar yapılan usul işlemleri geçersiz olmaktadır. Eğer davalı karşı dava
açtı ise karşı davasını tamamen ıslah edebilir. Çünkü karşı davada, davalı
davacı, davacı da davalıdır. Bu nedenle de davalının, açtığı karşı dava
haricinde tamamen ıslah hakkı bulunmamaktadır.
Davasını tamamen ıslah eden davacı, yeni
bir dava dilekçesi hazırlayıp mahkemeye sunmak sureti ile ıslah yoluna gidebileceği
gibi, henüz ıslah dilekçesi hazırlamadan mahkemeye davasını tamamen ıslah
edeceğini bildirebilir. Bu durumda davacı bildirimden itibaren bir hafta içinde
yeni bir dava dilekçesi hazırlayarak mahkemeye vermek zorundadır.[12]
Davacı dayandığı vakıaları tamamıyla
değiştiriyor ancak talep sonucu aynı kalıyorsa bu tamamen değil, kısmi
ıslahtır. Çünkü bu yolla davacı başta açmış olduğu davasına, o dava ile ilgili
yeni bir vakıa veya talep eklemektedir. Davanın unsurlarından birinin veya birkaçının
değiştirilmesi de kural olarak tamamen ıslah olarak kabul edilir.
Tamamen ıslah yolu ile dava değişse bile
ıslah ile değişen dava açısından, hak düşürücü süre, zamanaşımının kesilmesi
veya durması gibi durumlar ıslah tarihine göre değil, davanın açılma anına göre
belirlenir.
Tamamen ıslah, maddi hukuk işlemleri ve
HMK'nın 179. maddesinin ikinci fıkrasındaki istisnalar haricinde dava dilekçesi
de dâhil tüm usul işlemlerinin yapılmamış sayılmasını sağlar. Ancak tamamen
ıslah hakkını kullanan davacıdan yeniden başvurma harcı ile peşin karar ve ilam
harcı alınmaz. Çünkü tamamen ıslah ile yeni bir dava açılmış olmaz.
Islah edilmeden önceki davada eğer bir
tedbir kararı verildi ise, ıslahtan önceki tüm usul işlemlerinin yapılmamış
sayılmasına karar verilmesinden dolayı bu tedbir kararının da kaldırılması
gerekir. Ancak davacı bu durumda ıslah dilekçesine ekleyeceği bir ihtirazı
kayıt ile daha önce verilmiş tedbir kararının, tamamen ıslahtan sonra da
gerekli olacağını bildirirse tedbirin devam etmesi konusunda mahkemenin karar
vermesini sağlayabilir. Eğer davacı böyle bir talepte bulunmadı ise mahkemenin
kendiliğinden bu tedbiri de kaldırması gerekir.
Davacı davasını açarken dava türünü
belirlemek zorundadır. Davacı, davayı açarken örneğin kısmi dava açmış ancak davanın
devamında belirsiz alacak davası açmanın kendisine daha faydalı olacağı
kanaatine ulaşmış olabilir. Bu durumda davacı tamamen ıslah yoluyla davasını
kısmi davadan belirsiz alacak davasına dönüştürebilir. Davanın tamamen ıslahı
yöntemi ile davacı taraf davasının nasıl konusunu değiştirebiliyorsa, açmış
olduğu davanın türünü de aynı şekilde değiştirebilir.
Davasını tamamen ıslah eden davacı bir
hafta içinde yeni bir dava dilekçesi verirse veya ıslah dilekçesi aynı zamanda
yeni bir dava dilekçesi niteliğinde ise mahkeme m.l78'e göre yargılama gideri
ve davalının zararını karşılamak üzere takdir edilen teminatın da mahkeme
veznesine yatırılmasından sonra, dava yeni haline göre devam eder. Kanun
"yeni bir dava dilekçesi vermek zorundadır" demekte ise de, burada,
davacının vermiş olduğu yeni dava dilekçesi ile yeni bir dava açılmış olmaz.
Davanın tamamen ıslahı üzerine bakılan dava da eski (ilk açılan) davanın bir
devamı niteliğindedir. Bu nedenle bir hafta içinde yeni bir dava dilekçesi
veren davacıdan yeniden başvurma harcı ile peşin karar ve ilâm harcı alınmaz.
Davanın açıldığı tarihte ortaya çıkan zamanaşımı kesilmesi sonucu devam eder;
davanın tamamen ıslahı, bu konuda bir değişiklik ortaya çıkarmaz.
Davasını tamamen ıslah ettiğini bildiren
ve bu nedenle kendisine yeni bir dava dilekçesi sunması için bir hafta süre
verilen davacı, bu bir haftalık süre içinde yeni dava dilekçesini vermezse,
ıslah hakkını kullanmış sayılacağı gibi, ıslah hiç yapılmamış gibi davaya
mevcut hâliyle devam edilir.
Davalı ise yeni dava dilekçesinin
kendisine tebliği üzerine bu yeni dava dilekçesine karşı süresi içinde (cevap
dilekçesi verme süresi içinde) yeni beyanlarını sunmalıdır. Tamamen ıslahta her
ne kadar yeni bir dava da söz konusu olsa da cevaba cevap ve ikinci cevap
dilekçesi safhası ile ön inceleme duruşması bulunmamaktadır. Tamamen ıslahtan
sonra mahkeme dava şartları ile ilk itirazları dosya üzerinden inceleyip
tamamen ıslah talebinden sonraki ilk duruşmada değerlendirir.
Vekilin davayı tamamen ıslah edebilmesi
için mahkemeye sunduğu vekâletnamesinde davayı tamamen ıslah edebileceğine dair
özel yetkisinin olması gerekir. Bu hususa dikkat edilmelidir. Vekil bu yetkiyi
özel olarak almadığında, müvekkilinin davanın başındaki talebi ile açtığı
davanın talep sonucu ile bağlıdır. Oysa bu yetki özel olarak verildiğinde
müvekkil de vekilinin tamamen ıslah hakkını kullanarak davayı tamamen
değiştirebileceğini bilmektedir. Kısaca dava sonuçlandığında müvekkil,
vekilinin yaptığı tamamen ıslah sonucunda verilecek kararla ilgili bir
sürprizle karşılaşmayacaktır.
4. ISLAH YOLUYLA YAPILABİLEN İŞLEMLER,
ISLAHI GEREKTİRMEYEN VE ISLAH YAPILAMAYACAK ÖZEL BAZI DURUMLAR
I. Islah Yoluyla Yapılabilen İşlemler
a. Dava Sebebinin Değiştirilmesi
Dava sebebinin değiştirilmesi davanın
niteliğini değiştirir. Bu nedenle dava sebebinin değiştirilmesi halinde kısmen
değil, HMK'nın 180. maddesinin birinci fıkrası gereğince tamamen ıslah
yapılmalıdır.
b. Talep Sonucunun Değiştirilmesi
Talep sonucu; açılan bir davanın kesin
hüküm veya derdestlik itirazı ile karşılaşıp karşılaşmayacağını, davanın hangi
mahkemede açılacağını örneğin kira ile ilgili bir alacak ise sulh hukuk
mahkemesi, ticari bir alacak ise ticaret mahkemesinin görevli olması gibi
hususların belirlenmesini sağlar.
Tarafın yapmak istediği değişiklik ya
davanın konusunu tamamen değiştirme ya talep sonucunu artırma şeklinde olur.
Dava açıldıktan sonra talep sonucunun artırılması ihtimali olan davaların,
belirsiz alacak davası şeklinde ya da davanın tam değeri belli ise bu değer
üzerinden açılması zorunluluğu, 6644 sayılı Kanun'un, HMK'nın 109. maddesinin
ikinci fıkrasını kaldırılmasıyla davanın tam değeri üzerinden açılması
zorunluluğu ortadan kalkmıştır. Bu husus ilerde ayrıntılı bir şekilde
anlatılacaktır.
Talep sonucunun değiştirilmesi iki şekilde
olabilmektedir. Bunlardan ilki dava konusunun ve talep sonucunun tümden
değiştirilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumda yapılacak ıslah tamamen
ıslahtır. Diğer bir talep sonucunun değiştirilmesi ise sadece dava değerinin
artırılmasıdır. Dava değerinin artırılması da kısmi ıslah yoluyla yapılır. Dava
dilekçesinde belirtilmeyen bir talebin daha sonra ıslah yoluyla davaya
eklenmesi konusunda bir belirlilik yoktur. Islah yoluyla yeni taleplerin
eklenebileceği çoğunlukla kabul edilen bir görüştür. Eğer
başta belirtilen taleplere yeni talepler
ekleniyorsa bu da kısmi ıslah yoluyla yapılabilir. Davanın tamamen ıslah edilmesinin de bir
sınırı olduğu unutulmamalıdır. Örneğin bir alacak davası ortaklığın giderilmesi
davasına dönüştürülemez. İlk dava ile hiç alakasız bir konu, ıslah ile dava
konusu yapılamayacaktır.
Davacı taraf yaptığı ıslahta, nispi harç
yanında yeni dava açıyormuş gibi başvuru harcını da yatırabilir. Bu şekilde
harcın yatırılması yeni bir dava açıldığı anlamına gelmez. Çünkü davanın içinde
yeni bir dava açılması ancak karşı dava açılması halinde mümkündür. Yargıtay
bazı kararlarında ıslahla birlikte başvuru harcının da yatırılmasını ek dava
olarak kabul etmektedir.[13]
Ancak Yargıtay 1984 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararında, bir davanın nasıl
açılacağını veya açılmış sayılacağı hususunu detaylı bir şekilde açıklamıştır.[14]
Yargıtay’ın bir davanın açılmasına ilişkin olarak kabul ettiği usulün tamamen
dışında olan bu yolun ise yeni bir davanın açıldığı sonucunu doğurması
imkânsızdır.
Dava açıldıktan sonra yeni doğan bir hak
da ıslah yoluyla istenebilir. Yargıtay da ıslah yoluyla bu şekilde dava
açıldıktan sonra ortaya çıkan yeni bir hakkın istenebileceği görüşündedir.[15]
Kısmi olarak açılmış bir davada ıslah
suretiyle talep sonucu artırılabilir. Bu artırma yapılırken artırılan kısım
için zamanaşımının dolmamış olması gerekir. Çünkü zamanaşımının dolması halinde
karşı taraf zamanaşımı def’inde bulunarak ıslah talebindeki sonucun reddini sağlayabilir.
Ancak belirsiz alacak davasında böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü
davanın açılması ile bütün alacak için zamanaşımı davanın açıldığı anda
kesilmektedir. Bu durumda da davacının bir zamanaşımı itirazı ile karşılaşması
mümkün değildir.
Dava açılırken faiz hiç istenmemiş, yanlış
bir tarihten başlaması istenmiş ya da daha önceki bir tarihten istenebileceği
halde dava tarihinden itibaren istenmiş olabilir. Dava devam ederken fazlaya
ilişkin haklar saklı tutulmamış olsa dahi dava değeri ıslah edilirken aynı
zamanda asıl alacağın yanında faiz de istenebilir ve ayrıca sadece faiz için de
ıslah yoluna gidilebilir. Bu durumda faizin başlaması istenen tarih, faizin
oranı ve faizin türü de yapılan ıslah ile düzeltilebilir.
Islah ile faiz istenmemişse veya dava
açılırken istenmesine rağmen faiz konusunda olumsuz bir karar verilmemişse,
faiz feri bir alacak olduğundan dolayı açılmış olan davanın haricinde sırf faiz
için de yeni bir dava açılabilir. Bunun için ilk açılan davada fazlaya ilişkin
hakların saklı tutulmasına da gerek yoktur.
II. Islahı Gerektirmeyen Durumlar
a. Taraf Değişikliği
Hukukumuzda dava sistemine bakıldığında bu
sistemin davacı ve davalı olmak üzere iki taraf ile işlediği görülmektedir.
Fer'i müdahil bir taraf teşkil etmezken asli müdahil dava konusunda hak iddia
ettiğinden davanın tarafıdır. Dava sürecinde taraflarda değişiklik olma
ihtimali her zaman vardır. Örneğin davalı veya davacının yanına birden çok
kişinin katılması ile dava arkadaşlığı söz konusu olabilir.
Genel anlamda bakıldığında taraflarda
değişiklik davacı ya da davalının tamamen değişikliği ya da davadan çıkması
olarak değerlendirilir. Burada örnek vermek gerekirse taraflardan birinin
ölmesi üzerine mirasçıların davaya devam etmesi bir taraf değişikliğidir. Taraf
değişikliği için HMK'nın 124. Maddesine bakılmalıdır. Kanun koyucu bu maddede
hem kanuni hem de iradi taraf değişikliğini düzenlemiştir. Kanunda tarafta
değişiklik yapılma zamanı açısından bir kısıtlama konulmadığından, davanın her
aşamasında bu değişiklik talep edilebilir. Ancak kural olarak yargılamanın
sonuna kadar yapılması uygun oalcaktır.
Bir dava, davacı ile davalı arasındaki
ihtilafın çözümü için açılır. Taraflardan biri değiştiğinde aslında dava da
değişmiştir. Çünkü herkes arasında aynı ihtilafın olması söz konusu olamaz.
Farklı kişiler arasında farklı ihtilaflar vardır.
İddianın veya savunmanın değiştirilmesi
veya genişletilmesi yasağında olduğu gibi tarafta değişiklikte de karşı tarafın
açık muvafakati gerekmektedir. Kanun koyucu tarafta değişikliği düzenlediği
HMK'nın 124. maddesinde de yine aynı şekilde karşı tarafın rızasını şart
koşmuş, eğer karşı taraf rıza göstermezse de mevcut duruma göre farklı çözüm
yolları sunmuştur.
Tarafta iradi değişiklikte, özellikle
maddi hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan değişiklik
taleplerinde karşı tarafın rızası aranmamaktadır. Kanun koyucu bu yolla tarafta
değişiklik yapma hakkını taraflara tanıyarak, tarafların maddi gerçekliğe
ulaşmaları yolunda kolaylık sağlamıştır.
HMK'nın 124. maddesinin dördüncü
fıkrasında tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir
yanılgıya dayanıyorsa, yine tarafta değişiklik yapmak için karşı tarafın
rızasına ihtiyaç duyulmayacaktır.[16]
Aslında üçüncü fıkrada düzenlenen dürüstlük kuralına aykırı olamama ile kabul
edilebilir yanılgı hükmün birbirine uyumludur.
Anlaşılacağı üzere tarafta değişiklik
yapmak için ıslah müessesine ihtiyaç bulunmamaktadır. Söz konusu kanuni düzenleme,
birkaç ayrı ifade ile gereklilik olması durumunda tarafta değişikliğe olanak
tanımaktadır. Değişikliğin zorunlu ve gerekli olduğu durumların dışında da
değişiklik mutlak surette diğer tarafı etkileyeceği için karşı tarafın açık
rızası aranmıştır.
b. Maddi Hataların Düzeltilmesi
Maddi hataların düzeltilmesi, HMK'nın 183.
maddesinde şu şekilde yerini almıştır, "Tarafların veya mahkemenin dava
dosyasında bulunan belgelerdeki açık yazı ve hesap hataları, karar verilinceye
kadar düzeltilebilir. Taraflardan birinin yazı veya hesap hatasını düzeltmesi
sonucu yargılama uzamışsa, yargılama giderlerinin belirlenmesinde bu durumda
dikkate alınır."
Tarafın yaptığı maddi hatayı ıslah hakkını
kullanarak tüketmesi yargılamada aleyhine bir durum yaratabilir. Bunun sonucu
olarak da taraf gerçekten ıslaha ihtiyaç duyduğunda basit bir hatasını
düzeltmek için ıslah hakkını kullanmış olacağından, mahkemeye yeni vakıa
sunamayacak veya talep sonucunu değiştiremeyecektir. Maddi hataların
düzeltilmesi yoluyla yapılabilecek düzeltmelerde ıslaha gerek yoktur. HMK'nın
183. maddesinde de karar verilinceye kadar hesap ve yazı hatalarının
düzeltilebileceği bildirilmektedir. Yapılan yazı ve hesap hatasının ıslah
yoluyla mı yoksa maddi hataların düzeltilmesi yoluyla mı yapılacağına talep
üzerine hâkim karar verecektir. Ancak hakimin de tarafların talebi ile bağlı
olduğu unutulmamalıdır.
c. Talep Sonucunun Azaltılması
Davacının talep sonucunu azaltması ıslah
konusu olmayacaktır. Çünkü talep sonucunun azaltılması kısmi feragat hükmündedir.
Dava içerisindeki feragat beyanı maddi hukuka ilişkin bir işlem değildir. Maddi
hukuktaki feragat iki taraflı bir sözleşmedir. Oysa usul hukukundaki
feragat, HMK'nın 307. maddesine göre
davacının açmış olduğu davadaki talep sonucundan kısmen veya tamamen
vazgeçmesidir.[17]
Usul hukukunda feragat, davacının
mahkemeye hitaben yapacağı tek taraflı, açık bir irade beyanıdır. Bunun için
karşı tarafın veya mahkemenin rızasına gerek yoktur. Feragat kayıtsız ve
şartsız olmalıdır. Feragat ile davacı feragat ettiği hakkından tamamen
vazgeçmiş sayılır. Dava konusunun daraltılmasının ıslaha gerek olmadan
yapılabilmesi için, talep sonucunun daraltılmasının kısmi feragat hükmünde
olması gerekir. Kısmi feragat hükmünde olmayan talep sonucunun daraltılmasında,
davalının durumu etkilenebilecek veya yeni savunma yapma zorunluluğu ortaya
çıkabilecektir. Eğer talep sonucunun daraltılması iddianın daraltılması
kapsamında ve talep sonucundan kısmi feragat hükmünde değil ise ancak ıslah ile
yapılabilmektedir.
Talep sonucunun daraltılmasının özellikle
kısmi feragat hükmünde sayılabilmesi için talep sonucunun azaltılması şeklinde
olması gerekir.[18]
Davanın niteliği bu yönü ile önem arz etmektedir. Her dava konusu kısmi feragat
ile daraltılamaz. Konusu para olmayan davalarda, dava konusunun daraltılması
için ıslah yoluna gidilmesi zorunludur. Eğer talep sonucunun daraltılması,
davanın kısmen geri alınması niteliğinde ise karşı tarafın rızasına tabidir ve
karşı taraf rıza göstermezse ancak ıslah yoluyla yapılabilir. Çünkü davanın
geri alınması halinde davacı ileri bir tarihte tekrar aynı davayı
açabilmektedir. Bu durumda da davalının açık rızasının alınması zorunludur.
Davasını geri alan davacı, dava ettiği hakkından feragat etmiş olmaz. Sadece
vazgeçtiği an itibari ile davasını geri almakta ve o konuda karar verilmesinin
önüne geçmektedir. İleri bir tarihte ise aynı davayı tekrar açabilmektedir.
d. Kendiliğinden Araştırma İlkesinin
Uygulandığı Davalar
Medeni usul hukukunda taraflarca getirilme
ilkesi asıl olarak kabul edilmektedir. Taraflarca getirilme ilkesinin istisnası
ise kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalardır. Hakim vakıaları ve delilleri kendisi
araştırır ve ayrıca iddianın veya savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi
yasağı da bu tarz davalarda uygulanmaz. Kendiliğinden araştırma ilkesinin
uygulandığı davalar genellikle kamu düzenini ilgilendiren davalardır. [19]
Ancak illa kamu düzeni aranmaması
gerekir. Örneğin çekişmesiz yargı işlerinde menfaatleri çatışan taraftan değil,
ilgiliden bahsedildiği için yine kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanır.
Çekişmesiz yargı işlerindeki kıstas kamu düzeni değildir. Burada menfaatleri
çatışan kişiler ve taraflardan birinin diğerinin üzerinde üstünlük kurma
çabasının söz konusu olmaması nedeni ile hâkim sadece maddi gerçekliğe ulaşmaya
çalışmaktadır. Çekişmeli yargıdaki kendiliğinden araştırma ilkesinin
uygulandığı davalar ise: Hizmet tespit davaları, iş güvencesi (işe iade) ile
ilgili davalar, Kadastro davaları, Nesebin reddi davaları, babalık davası,
boşanma davaları, olağanüstü zamanaşımı zilyetliğine dayalı tapu iptali ve
tescil davaları. Çekişmesiz yargıdaki kendiliğinden araştırma ilkesinin
uygulandığı davalar: kıymetli evrakın iptali, velayetin kaldırılması, veraset
ilamı, nüfus kaydının iptali, nüfus kayıtlarının düzeltilmesi, doğum tarihinin
düzeltilmesi, iflasın ertelenmesi şeklindedir.
Kendiliğinden araştırma ilkesinin
uygulandığı davalarda iddianın veya savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi
yasağı bulunmamaktadır. Taraflar yargılamanın her aşamasında yeni delil, yeni
vakıa ileri sürebilirlerken, hâkim de yeni vakıa ve delilleri kendiliğinden
araştırabilmektedir. Kendiliğinden araştırma ilkesinin olduğu davalarda
taraflardan birinin ileri sürdüğü vakıaya veya delile diğer taraf itiraz
edemez. Çünkü hâkimin kamu düzeni açısından maddi gerçekliğe ulaşmak için o
delil ya da vakıaya ihtiyacı varsa, zaten kendisi de yargılamanın her
aşamasında bu delili araştırabilecek veya ilgili yerden getirtebilecektir. Bu
durumda kendiliğinden araştırma ilkesinin olduğu davalarda, tarafların ıslaha
ihtiyaçları yoktur. Bu nedenle de kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı
davalar, ıslah müessesesinin uygulanamadığı davalardandır.
e. Hukuki Sebebin Değiştirilmesi
Dava dilekçesinin içeriğinde nelerin
bulunması gerektiği HMK'nın 119. maddesinde düzenlenmiştir. HMK'nın 119/1-g
fıkrasında, dilekçede bulunması gereken hususlar arasında hukuki sebepler de
belirtilmiştir. Aynı zamanda maddenin ikinci fıkrasında, dayanılan hukuki
sebeplerin dilekçede belirtilmemesi halinde tamamlattırılacak eksikliklerden
biri olduğu yazmamaktadır. Buna göre konuyu düzenleyen maddenin lafzından da
anlaşılacağı üzere hukuki sebeplerin dava dilekçelerinde belirtilmesi zorunlu değildir.
Hâkim, tarafların dava ve savunma
dilekçelerinde bildirdikleri hukuki sebeplerle bağlı değildir. Yargılama
sürecinde hukuki sebeplerin değiştirilmesi, iddianın veya savunmanın
değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağı kapsamında da kabul edilmemektedir.
Zira davanın gerçek sebebi vakıalardır. Hukuksal sebepler vakıaların
nitelendirilmesidir. Hukuksal sebeplerin yanlış veya eksik bildirilmesinin bu
nedenle bir önemi yoktur.
Hukuksal sebeplerin değiştirilmesi veya
yeni bir hukuki sebebin ileri sürülmesi iddianın veya savunmanın değiştirilmesi
veya genişletilmesi yasağı kapsamında olmadığı için ve HMK'nın 33. maddesine
istinaden de hâkimin Türk Hukukunu kendiliğinden uygulama yükümlülüğünün
bulunması karşısında, hukuksal sebeplerin yargılama esnasında değiştirilmesi
için ıslaha başvurmaya gerek yoktur. Hukuksal sebebin değiştirilmesi davadaki
vakıalarında değişmesine sebep oluyorsa bu durumda ıslaha gerek vardır.
f. Menfi Tespit ve İstirdat Davalarındaki
Özel Durum
Menfi tespit davası, varlığı iddia edilen
bir hukuki ilişkinin mevcut olmadığının tespiti davasıdır. Niteliği itibari ile
menfi tespit davası bir tespit davasıdır. Menfi tespit davasının eda niteliği
bulunmamaktadır. İstirdat davasında ise, borçlu icra tehdidi altında ödemek
zorunda kaldığı bedelin kendisine geri verilmesi için alacaklıya karşı dava
açmaktadır. İstirdat davası, her ne kadar İİK'da düzenlenmiş ise de
uyuşmazlığın maddi hukuk açısından çözümlendiği normal bir eda davasıdır. Çünkü
davanın sonunda davacının borcunun olmadığı tespit edilirken ayrıca davacının
haciz tehdidi altında ödediği paranın da iadesine karar verilmektedir. Genel
olarak bakıldığında menfi tespit davası sadece tespit niteliği olan bir dava
iken, aynı zamanda eda niteliği bulunan istirdat davasına kendiliğinden
dönüşmektedir. Burada davacı tarafın herhangi bir talebine ihtiyaç
bulunmamaktadır. Dönüşme kanundan dolayı olan bir durumdur.
Menfi tespit davası esnasında ya da
yargılama sürerken icra takibine ilişkin borç ödenirse, davacı taraf ıslaha
ihtiyaç duymadan bu değiştirmeyi yapabilmekte ve hatta kanundan dolayı talebine
dahi ihtiyaç bulunmadan mahkeme ödemeyi tespit ettiğinde kendiliğinden davanın
niteliğini değiştirebilmektedir.[20]
Menfi tespit davasının davacısı olan
borçlu, açmış olduğu davasında, alacaklı davalının tazminata mahkûm edilmesi
konusunda talepte bulunmamış olabilir. İİK'nın 72. maddesinin beşinci
fıkrasında geçen "talebi üzerine" ibaresinin lafzından davacı borçlu,
eğer tazminat talep etmedi ise mahkemenin buna kendiliğinden karar veremeyeceği
sonucu çıkmaktadır. Ancak davacı borçlu, unuttuğu veya ihmal ettiği tazminat
talebini tıpkı itirazın iptali davasında olduğu gibi ıslah yoluyla talep
edebilir. Bu yol usul ekonomi açısından önemli olup tazminat konusunda yeni bir
dava açılmasının da önünü kesmektedir.
Davacı borçlu, daha sonra açacağı bir
tazminat davası ile de talepte bulunabilir. Bu şekilde tazminat davası
açılmasına bir engel yoktur. Ancak bu şekilde bir talepte bulunabilmesi için
açtığı menfi tespit davasında tazminat talep edip, bu talebinin de
reddedilmemiş olması gerekir. Davacı borçlu, tazminat için ayrıca açacağı
davayı ise haksız fiil hükümlerine göre açacaktır. TBK'daki haksız fiile
ilişkin zamanaşımı da burada geçerli olacaktır. Haksız fiillerde zamanaşımının
başlangıcı zararın doğduğu andır. İcra takibinden kaynaklı olarak açılan menfi
tespit davası, TBK'nın 154. maddesinin ikinci fıkrasında geçen zamanaşımını
kesen davalardan biri de değildir.
Davacı borçlunun takipten sonra bir zararı
doğdu ise davacının bu zararı ile alakalı yeni vakıalar ileri sürmesi gerekir.
Bunun için de karşı tarafın açık muvafakati şarttır. Bu nedenle karşı taraf
açıkça muvafakat göstermezse, davacı borçlu ya ıslah yoluyla bu iddialarını
ileri sürmeli ya da bu konuda haksız fiil hükümlerine istinaden yeni bir dava
açmalıdır. Ancak icra takibinden sonra açılan menfi tespit davasında zarar
ortaya çıkmış olduğundan, açılan davada yüzde yirmi veya bunu aşan zarar da
açılan dava ile talep ve iddia edilmelidir.
Davalı alacaklı, davaya verdiği cevabında
tazminat talep etmese dahi İİK madde 72'nin lafzına göre mahkeme menfi tespit
davasının reddine ve tazminata ilişkin şartların varlığı halinde tazminata
kendiliğinden hükmetmelidir. Talep olmadan mahkemenin kendiliğinden tazminata
karar vermesi, HMK'nın 26. maddesinde düzenlenen taleple bağlılık ilkesine
kanun tarafından getirilmiş bir istisnadır. Davalının zararı yüzde yirmiden
fazla ise, davalı bu talebini karşı tarafın açık muvafakati ya da ıslah yoluna
ihtiyaç duymadan davanın sonuna kadar ileri sürebilir. Çünkü zararın gerçek
miktarı yargılama sürecinde ortaya çıkacaktır. İİK'nın 72. maddesindeki
"Alacaklının uğradığı zarar aynı davada takdir olunarak karara bağlanır."
ibaresiyle davada hüküm altına alınmamış tazminatın, daha sonra açılacak bir
tazminat davası ile talep edilemeyeceği anlamı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle
davalı alacaklının tazminat talebi hususunda ıslaha ve karşı tarafın açık
muvafakatine ihtiyacı yoktur. Menfi tespit davasında davalı, yargılamanın her
aşamasında tazminatı kendisi isteyebileceği gibi, mahkeme de tazminata
kendiliğinden karar verebilmektedir.
g. Tasarrufun İptali Davasındaki Özel
Durum
Tasarrufun iptali davası; alacağını icra
takibi yoluyla borçludan tahsil edemeyen alacaklının, borçlunun son 5 yıl
içerisinde gayrimenkul veya menkul mallarına ilişkin mal kaçırmak saiki ile
yapmış olduğu tasarruflarını iptal etmek amacıyla, borçluya ve malı devralan
üçüncü kişiye karşı açtığı bir eda davası türüdür. Burada 5 yıllık bir hak
düşürücü süre olduğunu görmekteyiz.
Tasarrufun iptali davalarında bazen dava
konusu şeyi elinde bulunduran kişi, davadan önce ya da dava devam ederken başka
bir kişiye devredebilmektedir. HMK‟nın 125/1–2 fıkralarına istinaden bu durumda
davacının seçimlik hakkı bulunmaktadır. Davacı dilerse mevcut davasını davalıya
karşı bedel (tazminat) davasına dönüştürebilir ya da dördüncü kişinin iyi
niyetli olmadığını düşünüyorsa, bu kişiyi HMK'nın 125/1-a fıkrasına istinaden
davaya dahil ederek iptal davasına aynen devam edebilir. Bu seçenekler için
davacının ıslah yoluna gitmesine gerek yoktur.
h. Tenkis Davasında Talep Sonucunun
Artırılması
Tenkis davası, ölenin saklı paya tecavüz
eden tasarruflarının bu tecavüz oranında indirilmesi ve bu indirilen kısmın
saklı paylı mirasçıya tahsis olunmasıdır. Tenkis davaları açılırken harca tabi
davalar oldukları için bir miktarın dava değeri olarak dava dilekçesinde
belirtilmesi zorunludur. Tenkis hesabı yapıldıktan sonra ne miktar bedelin
tenkis edileceği bilirkişi raporu ile belirlenmekte ve bu belirlenen bedele göre
dava sonuçlandırılmaktadır.
HMK'nın yürürlüğe girmesiyle birlikte 107.
maddeyle Türk hukuk sistemindeki dava türleri arasına belirsiz alacak davası
girmiştir. Tenkis davaları harca tabi davalardan olduğu için, dava açılırken
bir miktarın dava dilekçesinde belirtilmesi zorunludur. Davanın sonucunda
verilecek karardaki miktar da davanın ilerleyen safhalarında bilirkişi raporu
ile belirlendiği için, dava değerinin gerçek değere yükseltilmesi gerekir. Bu
durumda tenkis davalarının da HMK'nın yürürlüğe girmesinden sonra belirsiz
alacak davası ya da kısmi dava olarak açılması bir zorunluluk haline gelmiştir.
Belirsiz alacak davasında talep sonucunu ıslaha gerek olmadan
artırılabilmektedir. Ancak tenkis davalarında davacı, kısmi dava açarak da
istediği sonuca ulaşabilir. Davacının tercihini kısmi davadan yana kullanması
halinde, talep sonucu karşı tarafın açık muvafakati veya ıslah haricinde
artırmasından başka çaresi yoktur.
ı. İtirazın İptali Davasındaki Özel Durum
İtirazın iptali davası; borçluya gönderilen
ödeme emrine süresi içerisinde itiraz edilmesi ile duran takibe devam etmek
için, takip alacaklısı tarafından takip borçlusuna karşı, itirazın takip
alacaklısına tebliğinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içinde genel
mahkemelerde açılan ve yapılan yargılama sonucunda itirazın iptal edilmesini
sağlayan normal bir eda davasıdır.
İtirazın iptali olarak açılan bir dava,
bir yıllık hak düşürücü süreden sonra açılırsa, usul ekonomisi açısından hâkim
davaya kendiliğinden bir alacak davası olarak bakmaya devam edemez. Yargıtay’ın
bu husustaki yerleşmiş içtihatları, süresinden sonra açılan itirazın iptali
davalarına alacak davası olarak devam edilmemesi gerektiği yönündedir. [21]
Dava bir yıllık hak düşürücü süreden sonra
açıldı ise mahkemenin davayı kendiliğinden alacak davası olarak görememesi
sebebiyle, davacı yanın davasını alacak davasına, ya karşı tarafın açık
muvafakati ile ya da ıslah yoluyla dönüştürmesi mümkündür. Aksi halde hak
düşürücü süre içerisinde dava açılmadığı için davanın reddine karar
verilecektir.
Yargıtay bazı kararlarında işçi alacağının
konu edildiği icra takiplerine ilişkin itirazın iptali davalarında, takibe
dâhil edilmeyen miktar açısından kalan miktarın ıslah edilebileceğini ve bu
miktar yönünden davaya tahsil davası gibi devam edilip, karar verilmesi
gerektiği yönünde kararlar vermiştir.[22]
Oysa takipte talep edilen miktarların
dışında kalan bir alacağın sonradan saptanmış olması halinde, takip konusu
olmayan bu alacak yönünden ıslah yoluyla talepte bulunulması mümkün değildir.
Ancak tamamen ıslah yoluyla dava alacak davasına dönüştürülerek tespit edilen
alacağın tamamına hükmedilebilir. Yargıtay’ın buradaki kararı işçinin
korunmasına yöneliktir.
İİK'nın 67. maddesine ikinci fıkrası, “Bu
davada borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse borçlu, takibinde
haksız ve kötü niyetli görülürse alacaklı; diğer tarafın talebi üzerine iki
tarafın durumuna, davanın ve hükmolunan şeyin tahammülüne göre, red veya
hükmolunan meblağın yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere, uygun bir tazminatla
mahkûm edilir,” şeklindedir. Maddenin lafzından da anlaşılacağı üzere icra
inkâr tazminatı talep üzerine verilir. Bunun için davacının iddiayı değiştirme
veya genişletme hakkının olduğu süre içerisinde tazminatı talep etmiş olması
gerekmektedir. Mahkeme talep olmadan icra inkâr tazminatına kendiliğinden karar
veremeyeceği gibi, ayrı bir dava ile de icra inkâr tazminatı talep edilemez.
Aynı hükümler itirazın kaldırılması davasında da geçerlidir. Davacı ya da
davalı tazminat istemini süresi içerisinde ileri sürmedi ise bunu, karşı
tarafın açık muvafakatiyle veya ıslah yoluyla talep edebilmektedir.
i. Sonradan Delil Gösterilmesinin Islah
Yoluyla Mümkün Olup Olamayacağı Sorunu
HMK'nın kabulü ile 145. maddede, iddianın
veya savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağının uygulandığı
süreçte yeni bir delilin gösterilebilmesi konusu düzenlenmiştir. Söz konusu
maddeye göre, “Taraflar, kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler.
Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı
taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan
kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.”
Taraflar bu madde ile ıslah haklarını
kullanmadan yeni bir delili mahkemeye sunabilmektedir. Ancak delilin sonradan
ileri sürülmesi, yargılamayı geciktirme amacı taşımamalı veya ileri
sürülememesi delili ileri süren tarafın kusurundan kaynaklamamalıdır. Bu iki
şart bir arada bulunmak zorunda değildir. Bu şartlardan birinin bulunması
delilin mahkemeye sunulması için yeterlidir. HMK'nın 145. maddesinin kapsamı
dışındaki deliller ise, karşı tarafın açık muvafakati ya da ıslah yoluyla
sunulabilir.
III.
Islah Yapılamayacak Özel Bazı Durumlar
a. Islah ile Karşı Dava Açılamaması
Davalı yanın kendisine karşı açılan bir
davada, asıl dava ile arasında bir bağlantının bulunması şartı ile kendi
hakkının hüküm altına alınması için davacıya karşı açtığı davaya karşı dava
denir. Karşı dava açılabilmesi için her iki davanın da aynı yargı kolu
içerisinde olması gerekir. Özel mahkemede görülen bir davaya karşı, genel
mahkemenin görevine giren bir dava karşılık dava olarak açılabilir. Ancak genel
mahkemede görülen davaya karşı, özel mahkemede görülmesi gereken bir dava
karşılık dava olarak açılamaz.
HMK'nın 133. maddesinin lafzına
bakıldığında, karşı davanın esasa cevap süresi içerisinde açılması gerektiği ve
süresi içerisinde açılmazsa, hâkimin davaları ayırmaya karar vereceği
bildirilmektedir. Hüküm niteliği itibari ile emredici niteliktedir. Islahı
düzenleyen hükümler arasında karşı davanın olmaması ve sadece cevap
dilekçesinin içeriğini düzenleyen hükümde bulunan savunma sebeplerinin
içerisinde karşı davanın geçmesi sebebi ile değil, kanunun emredici nitelikteki
hükmüne istinaden ve karşı dava açmak için davalıya verilen sürenin hak
düşürücü nitelikte süre olması sebebiyle ıslah yoluyla karşı dava
açılamamalıdır.[23]
b. İkinci Tanık Listesi Verilememesi
Tanık delili, HMK'nın 240. maddesinde
düzenlenmiştir. Kanunun lafzı incelendiğinde dava ile ilgili olarak iddia
ettiği vakıayı ispat etmek isteyen tarafa, tanık dinletme hakkının verildiği görülecektir.
Ancak her konuda tanık dinletmek de mümkün değildir. HMK'nın 200 ve 201.
maddelerinde düzenlenen senetle ispat ve senede karşı senetle ispat kuralları
tanık dinletme hakkının sınırıdır.
HMK'nın 240. Maddesinin ikinci fıkrasına
taraflar ikinci bir tanık listesi veremez. Bu fıkra emredici mahiyette bir
düzenlemedir. Bu düzenlemeye göre ikinci bir tanık listesi verilmesi halinde, hâkimin
bu durumu kendiliğinden göz önünde bulundurması gerekir. [24]
Hâkim hükmün emredici mahiyetinden dolayı ikinci tanık listesini dikkate almaz.
Ancak kendiliğinden araştırma ilkesinin olduğu davalarda ikinci ve hatta üçüncü
tanık listesi dahi verilebilir. Bu tür davalarda listeye lüzum kalmadan hâkim
de kendiliğinden maddi gerçekliğe ulaşmak için herhangi bir tanığın
dinlenmesine karar verebilmektedir.
Tanık nitelik olarak tarafların
delillerinden biridir. HMK'nın 145. maddesi ile sonradan tanık listesi
sunulabileceği sonucuna ulaşılabilir. Ancak HMK'nın 240. maddesinin ikinci
fıkrası emredici mahiyette bir hüküm olduğu için HMK'nın 145. maddesi, ikinci
kez verilecek tanık delili açısından uygulanmaz. Yargıtay da ikinci tanık
listesinin verilemeyeceği kuralını, kamu düzenine ilişkin kabul etmektedir. Yargıtay’a
göre bu düzenleme yargılamanın sürüncemede bırakılmasını önlemek ve
mahkemelerin işini azaltmak için getirilmiş olup, usul ekonomisi ile de
yakından ilgilidir. [25]
Davanın içerisinde bir de karşı dava
açıldı ise esas dava için ayrı, karşı dava için ayrı tanık listesi verilebilir.
Bu HMK kapsamında ikinci bir tanık listesi verilmesi anlamına gelmez. Ayrıca
birleştirilen davalarda, birleşen her dava için ayrı tanık listesi verilmesi de
ikinci ve bazen üçüncü tanık listesi verilmesi olarak kabul edilemez. Çünkü
birleşen davalar ile karşı dava olarak açılmış olan dava dosyalarında, tek esas
altında karar verilmesine rağmen her dava için birbirinden bağımsız karar
verilmektedir.
Taraflardan birinin bir tanık listesi
vermesi ve listedeki kişilerin isim ve adreslerinde yanlışlık yapması halinde,
tarafın bunu düzeltmek için vereceği ikinci bir dilekçe, ikinci tanık listesi
mahiyetinde değildir. Taraflar bu yanlışlıklarını HMK'nın 183. maddesinde
düzenlenen maddi hataların düzeltilmesi müessesesi yoluyla da düzeltebilirler.
c. Islah Yoluyla İlk İtirazların İleri
Sürülebilip Sürülemeyeceği Sorunu
Türk Hukukunda ilk itirazlar denilince,
anlamamız gereken, bir hukuk davasında taraflarca "süresi içinde"
ileri sürüldüğünde, davanın esasına girilip esastan inceleme yapabilmeye engel
teşkil eden hallerdir. İlk itirazlar, re'sen gözetilmez. Yasal süresi içinde
(yani iki haftalık cevap süresi içinde) taraflarca ileri sürülürse incelenir.
İlk itirazlar HMK 116.maddede düzenlenmiştir. Bunlar; kesin yetki kuralının
bulunmadığı hâllerde yetki itirazı ve uyuşmazlığın tahkim yoluyla çözümlenmesi
gerektiği itirazı şeklindedir.
HMK'nın 117. maddesine istinaden ilk
itirazların sadece cevap dilekçesi içerisinde ileri sürülmesi gerekir. Maddenin
lafzı, cevap dilekçesinde ileri sürülmeyen ilk itirazların dinlenmeyeceğini de
ayrıca vurgulayarak bildirmektedir. Maddenin devamında ise ilk itirazların ön
sorunlar (dava şartları) gibi incelenip karara bağlanacağı düzenlenmiştir. Dava
şartlarını hâkim kendiliğinden dikkate alır ve taraflar bu eksiklikleri
tamamlayabiliyorsa hâkim taraflara bu eksiklikleri tamamlattırır. Aksi halde
davayı usulden reddeder. Tarafların dava şartlarının eksikliğine ilişkin olarak
karşı tarafın muvafakati ya da ıslah yoluyla mahkemenin bu eksiklikleri
görmezden gelmesini sağlama yahut sonradan bu eksiklikleri tamamlama hakları
bulunmamaktadır.
İlk itirazların ileri sürülme süresi
geçtikten sonra, bunların karşı tarafın muvafakatiyle dahi ileri sürülmesine
imkân bulunmamaktadır. İlk itirazların, uyuşmazlık konusu hakkın esasına
ilişkin engel niteliği olmayıp davanın görülmesine engel olma nitelikleri
vardır. İlk itirazların süresinde ileri sürülmemesi halinde doğal olarak
mahkeme davanın esasını incelemeye başlayacaktır. Davanın esası incelenmeye
başlandıktan sonra tarafın ıslah ile ilk itirazlara ilişkin sebepleri öne
sürmesi örneğin tahkim itirazında bulunarak davanın usulden reddi ile hakem
heyetine tevdii veya yetki itirazıyla dosyanın yetkili mahkemeye gönderilme
kararının bu aşamadan sonra bir faydası ve tarafların menfaatine uygun bir
durumu söz konusu değildir.
d. Manevi Tazminat Miktarının Islah
Yoluyla Artırılabilip Artırılamayacağı Sorunu
Manevi tazminat, kişinin uğramış olduğu
haksız fiil nedeniyle üzüntü, elem duyması, kişilik haklarının zedelenmesi
sonucu belli bir meblağ ödenmesinin talebidir. Türk Borçlar Kanunu'nun 56. ve
58. maddesinde düzenlenmiştir. Manevi tazminat talebinin miktarı, kişisel hakkı
saldırıya uğrayanın davayı açtığı anda bu zararına kendisinin biçtiği değerdir.
Kişisel hakkı saldırıya uğrayan kişi, genellikle düşünsel olarak bu zararını
olandan çok daha fazla miktarda değerlendirmekte ve mahkemeler de çoğunlukla
talep edilenin altında bir bedele hükmetmektedir. Manevi tazminatın maddi zarar
gibi somut olarak belli olduğu bir durum da söz konusu değildir. Manevi
tazminat miktarına karar verilene kadar bu bedel muğlâktır.
Kişisel hakkı saldırıya uğrayan taraf,
davasını açarken uğradığı manevi zararının tamamını dilekçesinde belirtmelidir.
Çünkü manevi tazminat bir bütündür. Manevi tazminatın belirlenmesinde hâkime
geniş takdir yetkisi tanınmıştır. Hâkimin takdir yetkisi de hiçbir şekilde bölünemez.
Manevi tazminat davaları kısmi dava, belirsiz alacak davası ve tespit davası
konusu olamaz. [26]
Delillerin incelenmesi ve
değerlendirilmesi, manevi zararın gerçekten doğup doğmadığının tespiti içindir.
Davacı bu delillerle zararının miktarını değil, gerçekten zarar gördüğünü ispat
eder ve zarar verici olayın yoğunluğu ile kişi üzerinde bırakacağı etki
açısından hâkimde kanaat oluşturur. Kısmi davanın dahi konusu olamayan manevi
tazminatın [27]
belirsiz alacak davası olarak açılabileceği düşünülemez. Bu nedenlerle de kısmi
davaya ve belirsiz alacak davasına konu edilemeyen manevi tazminat miktarının
ıslah yoluyla artırılması mümkün değildir.
e. Seçimlik Hakkın Kullanılması
Alıcının seçimlik hakkı, TBK'nın 87.
maddesinde düzenlenen seçimlik borçlarda olduğu gibi tek taraflı irade beyanı
ile kullanılan yenilik doğurucu bir haktır. Bu hak kullanıldıktan sonra
değiştirilemez. Alıcı açmış olduğu davasında eğer bedelin indirilmesini talep
etmiş ise davasını ıslah yoluyla sözleşmeden dönme olarak değiştiremez.
TKHK'nın 4. maddesinin ikinci fıkrasında
malın ayıplı olması halinde alıcının satıcıdan talep edebileceği haklar
sıralanmıştır. Seçimlik hakkın tek taraflı irade beyanı ile kullanılan yenilik doğurucu
bir hak olmasından dolayı tüketicinin bu haklarından birini kullanması halinde,
cayarak diğer seçimlik hakkını kullanamaz. Yargıtay da bir kararında seçimlik
hakların tükenen inşai haklardan olduğunu, bir kez kullanılmış olan seçimlik
hakkın artık değiştirilemeyeceğini ve bu değişiklik için ıslah yolunun dahi
caiz olmadığını belirtmiştir. Yargıtay bu sonuca TBK'nın 87. Maddesinde
düzenlenmiş bulunan seçimlik borçların hukuki niteliğinden ulaşmıştır. [28]
Seçimlik haklardan birinin imkânsızlaşması
ve seçilen hak üzerinde karar verilmesinde ısrar edilmesi durumunda, davacının
hakkına hiç ulaşamaması söz konusu olabilir. Bu nedenle seçilen hakkın
imkânsızlaşması sebebiyle talebin tazminat davasına kendiliğinden dönüşmesi
gerekir. Burada Yargıtay seçilen hakkın ifa edilememesi sebebiyle ifa davasının
tazminat davasına dönüşmesinin ıslah yoluyla olabileceği görüşündedir. Ancak Yargıtay’ın
seçimlik hakların söz konusu olduğu durumlarda, seçilmiş olan hakkın
imkânsızlaşması sebebiyle kendiliğinden seçilmemiş olan haklara dönüşmesi
gerektiği yönünde kararları da vardır.[29]
Sonuç olarak, seçimlik hakların söz konusu
olduğu durumlarda ıslah yoluyla dahi seçilen hak değiştirilememektedir. Bu
değiştirilememenin sebebi ise seçimlik hakkın tek taraflı irade beyanı ile
kullanılan yenilik doğurucu bir hak olmasıdır. Seçilmiş olan hakkın
değiştirilmesini sağlayan tek sebep ise seçilen hakkın ifasının mümkün olmaması
ya da imkânsızlaşmasıdır. Aslında yenilik doğurucu hakkın niteliği gereği,
seçilen hakkın imkânsızlaşması sebebiyle davanın tazminat davasına dönüşmesi
gerekmektedir. Ancak Yargıtay bu hususta diğer hakların da kullanılabileceği
yönünde görüş bildirmiştir.
f. Kanun Yollarında Islaha Başvurulamaması
İstinaf kanun yolunda eğer bir delilin ilk
derece mahkemesinde ileri sürülmesi mümkün olmadı ise ve bu ileri sürülememe
mücbir bir sebepten kaynaklanıyorsa bu delil istinaf yargılamasında ileri
sürülebilir. Bu delili ileri sürmek için tarafın ıslaha ihtiyacı yoktur. Ancak
ilk derece yargılamasında ileri sürülmeyen iddia veya vakıalar, mahkemenin
kendiliğinden dikkate alınması gereken vakıalar ve usule ilişkin eksikliklerden
değilse hiçbir şekilde istinaf kanun yolunda ileri sürülemez. Bir davada yeni
iddia veya vakıa ileri sürmenin yolu karşı tarafın açık muvafakati ya da
ıslahtır. HMK‟nın 357. Maddesinin birinci fıkrasına göre de istinaf kanun
yolunda ıslah kesinlikle yapılamamaktadır.
Temyiz kanun yolunda, Yargıtay tarafların
temyiz dilekçelerinde belirttikleri hususlarla bağlı olmayıp kanunun açık
hükmüne aykırı gördüğü konularda da dosyayı inceleyip karar verebilmektedir.
Genel anlamda her iki mahkemenin de yaptığı bir nevi denetlemedir. Bu durumda
tahkikat bitince mahkemece karar verilir. Kanun yolu incelemesinde ise tahkikat
aşaması bulunmamaktadır. HMK'nın 357. maddesinin birinci fıkrası, istinafta
ıslaha başvurulamayacağını açık bir şekilde belirtmiştir. İstinaftan daha üst
bir denetleme sistemi olan temyizde de bu nedenlerle ıslah yoluna gidilemez.
5. İDARİ YARGILAMA USULÜNDE ISLAH, ISLAHIN
BELİRSİZ ALACAK DAVASIYLA İLİŞKİSİ VE ISLAHIN SONUÇLARI
I. İdari Yargılama Usulünde Islah
İdari yargılama usulünde de tıpkı HMK'da
olduğu gibi iddianın veya savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağı
uygulanmaktadır. İdare hukukunda bu yasak adli yargılamadan çok daha katı bir
şekilde uygulanmaktadır. Danıştay, Yargıtayın aksine bu yasağı yumuşatma yoluna
gitmemektedir.
İdari yargıda, iddianın veya savunmanın
değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağı İYUK'un 16. maddesinin dördüncü
fıkrasında düzenlenmiştir. Söz konusu maddeye göre taraflar, sürenin
geçmesinden sonra verecekleri savunmalarında veya ikinci dilekçelerinde hak
iddia edememektedir.
HMK'nın 3. maddesinin Anayasa Mahkemesince
iptal edilmesi sebebiyle, (Anayasa Mahkemesi 16.02.2012 T. 2011/35E.-2012/23K.)
İYUK'un 16. maddesinin dördüncü fıkrasına 11.04.2013 tarihinde 6459 sayılı
Kanun (11.04.2013 Tarih ve 28633 sayılı Resmi Gazete‟de yayımlanarak yürürlüğe
girmiştir. ) ile "Tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen
miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye
kadar, harcı ödemek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve
miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere
karşı tarafa tebliğ edilir" cümlesi eklenmiştir. Ayrıca 1602 Sayılı AYİM
46/4 değişikliği için geçici 5. madde ve 2577 Sayılı İYUK 16/4 değişikliği için
ise geçici 7. madde düzenlemesi getirilerek “…eklenen hüküm, kanun yolu aşaması
dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır.” denilmiştir.
İdari yargıya getirilen ve ilk defa
uygulanacak olan ıslah kurumuna belli ayrıcalıklar tanınmıştır. Kanun koyucu
yasal düzenlemede, idari yargıda ıslahın uygulanma koşullarını açıkça belirlemiştir.
Islaha karşı (süre) zamanaşımı itirazı yolunu kapatmış olup ıslah
edilebilirliğe halihazırda kanun yolu aşamasındaki davaları da dahil etmiştir.
Maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce
açılan bir davanın Danıştay incelmesinde, düzenlemenin getiriliş amacı ile
uyumlu bir yorum yapılarak, ıslah düzenlemesi getirilmemiş olması nedeniyle,
davayı açtığı tarihte ıslah imkanı olmayan tarafın taleplerini yüksek tutmuş
olması nedeniyle, talep edilen tazminat miktarı üzerinden nispi vekalet
ücretine hükmedilemeyeceği aksi durumun hak arama hürriyetine halel getireceği
sonucuna varılmıştır.[30]
Söz konusu düzenleme ile ilgili olarak öğretide
idari dava türleri arasında sadece tam yargı davalarını ilgilendirdiği, iptal
davalarında uygulanamayacağı iptal davasına dava edilmeyen bir hususun veya
tazminatın ıslahla eklenemeyeceği belirtilmiştir.
Her ne kadar bu kurum, öğretie ve yargı
kararlarında ıslah olarak kabul edilmiş ise de, esasen bu düzenlemenin
getirdiği HMK’da düzenlenen ıslahın sadece bir boyutunu karşılamaktadır. Zira,
HMK’da düzenlenen ıslah ile talep sonucunun artırılması yanında iddia ve
savunmaya dayanak olan maddi vakıaların değiştirilmesi ve genişletilmesi de
mümkün olabilmektedir. Buna karşılık, İYUK’da yer alan düzenleme, tam yargı
davalarında sadece talebin artırılmasına yönelik bir kurumdur.
Sonuç olarak, İdari Yargılama Usulü
Kanunu’na eklenen madde ile, ıslah düzenlenerek, düşük tutarla dava açılması ve
nihai karar verilinceye kadar, bir defaya mahsus olmak ve harcı yatırılmak
suretiyle, dava dilekçesinde belirtilen miktarın artırılması imkanı
getirilmiştir.
II. Islahın Belirsiz Alacak Davasıyla
İlişkisi
Belirsiz alacak davası hukukumuza ilk kez
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nu ile girmiştir. Belirsiz alacak davası
bu kanunumuzun 107. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre;
"Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin
olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız
olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri
belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir."
Kanun düzenlemesinde görüleceği üzere;
davaya konu edilecek olan alacak miktarı, davacının tüm dikkat ve özenine
rağmen tam olarak belirlenemiyorsa veya söz konusu belirsizliğin giderilmesi
objektif olarak olanaksızsa dava "belirsiz alacak davası" olarak
açılabilecektir. Yargıtay ise belirsiz alacak davalarının sadece para
alacakları için söz konusu olduğu yönünde görüş bildirmiştir.[31]
Belirsiz alacak davası için bir diğer
önemli husus ise; belirsiz alacak davasında davacının, alacak miktarını ıslaha
gerek kalmadan ve iddiayı genişletme yasağına tabi olmadan arttırılabilmesidir.
HMK 107. maddenin 2. Fıkrası da bu durumu düzenlemektedir: "Yargılamanın
ilerleyen safhalarında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu
alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün
olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın
başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir."
Belirsiz alacak davasının açılması ile
alacağın miktarı tam olarak dava esnasında belirli olsa dahi tüm alacak
bakımından zamanaşımı o tarihte kesilmektedir. Oysaki kısmi dava açısından
zamanaşımı süresi, alacağın yalnızca davaya konusu edilmiş olan miktarı açından
kesilir. Davaya dahil edilmeyen kısım açısından ise zamanaşımı süresi işlemeye
devam eder. Kısmi davada ıslah yapılana veyahut bakiye alacak için yeni bir
dava açılana dek zamanaşımının işlemesi söz konusudur.
Belirsiz alacak davası açan davacı
alacağının tamamı belirlendiğinde, ıslah ya da karşı tarafın açık muvafakatine
ihtiyaç duymadan alacak miktarını artırabilmektedir. Oysa kısmi davada
davacının bu amacına ulaşmak için ıslah ya da karşı tarafın açık muvafakatine
ihtiyacı vardır. Kısmi davada dava konusu yapılmayan bölüm için ıslah hakkı
kullanıldığında faiz, kısmi dava açılan bölüm için dava tarihinden, yargılama aşamasında
belirlenip ıslah edilen bölüm için ise ıslah tarihinden itibaren işlemeye
başlamaktadır. Oysa dava edilmeyen bölümün ıslah ile davaya dâhil edilmesi
halinde, ıslah talebinde faizin alacağın tamamı için yürümesi talebi söz konusu
ise faizin alacağın tamamı için davanın başından itibaren yürümesi
gerekmektedir. Davacı bu sonuca tamamen ıslah hakkını kullanarak da ulaşabilir.
Çünkü davanın tamamen ıslahında ıslah edilen davanın açıldığı tarih temel
alınmakta ve ıslahla oluşan davada da faiz talebi davanın açıldığı tarihten
itibaren istenirse, mahkemenin de bu talebe uyma zorunluluğu bulunmaktadır.
Ancak bu konuda öğretide tartışma olup, Yargıtay içtihatlarında da bir
tutarlılık bulunmamaktadır. Belirsiz alacak davasında ise faiz, alacağın tamamı
için davanın açıldığı tarihten itibaren işlemeye başlamaktadır. Bu konu HMK‟nın
107. maddesinde açık olarak düzenlendiği için bu hususta herhangi bir ihtilaf
ya da tartışmada bulunmamaktadır.
III. Islahın Sonuçları
a. Usul Hukuku Bakımından Genel Olarak Islahın
Sonuçları
Islah, iddianın veya savunmanın
değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağının iki istisnasından biridir. İlk
istinası ise karşı tarafın açık muvafakatidir. Islah ile davanın aldığı yeni
hal, yeni bir dava olmayıp eski davanın devamı niteliğindedir. Kural olarak
tamamen ıslah ile yeni bir dava açılmakta ve tamamen ıslahtan evvel yapılan tüm
işlemler geçersiz sayılmaktadır. Kısmi ıslahta ise tamamen ıslahtan farklı
olarak bütün işlemler geçersiz sayılmamaktadır. Kısmi ıslahtan sonra, sonuca gitmeyi
sağlayıcı mahiyetteki bir kısım işlemler geçerliliklerini devam ettirmektedir.
Bazı usul işlemleri hem tamamen ıslahta
hem de kısmi ıslahta geçersiz sayılamamaktadır. Bu işlemler HMK'nın 179.
maddesinin ikinci fıkrasına göre; ikrar, tanık ifadeleri, bilirkişi rapor ve
beyanları, keşif ve isticvap tutanakları, yerine getirilmiş olan veya henüz
yerine getirilmemiş olmakla beraber, karşı tarafın yerine getireceğini ıslahtan
önce bildirmiş olması koşuluyla yemin teklifi, reddi veya iadesidir. Ancak tamamen
ıslahta dava baştan değiştiği için her ne kadar bu işlemler geçersiz kılınamasa
da ıslahtan sonraki aşamada yeni bir dava söz konusu olduğu için istisnai
durumlar haricinde bir hüküm ifade etmeyecektir.
a.1. Kısmi Islah ve Tamamen Islah
Açısından Sonuçları
a.1.1. Tamamen Islah Açısından Sonuçları
Tamamen ıslah yapılması halinde, tüm dava
değiştirilmekte ve tarafları aynı olan yeni bir dava ortaya çıkmaktadır. Yeni
bir davanın ortaya çıkması sebebiyle de yargılama yeni dava açısından baştan
başlamaktadır. Bu durumda eğer yeni dava eski davanın konusu ile bağlantılı
değilse, eski işlemlerin hiçbir hükmü kalmayacaktır. Ancak eski dava ile ıslah
edildikten sonraki aşamada oluşan yeni dava bağlantılı ise bazı işlemler yeni
dava açısından da anlam ifade edebilecektir.
Tamamen ıslahta, ıslah hakkını kullanan
taraf, ıslah etmiş olduğu davasından feragat etmiş sayılmamalıdır. Bu da ıslah
hakkının serbestçe kullanılmasına mâni bir durum ve hak arama hürriyetine
aykırı bir sonuç doğurur. Bu nedenle tamamen ıslahta, ıslah edilen davadan
vazgeçme yönünde bir sonuç doğduğu kabul edilmeli ve davasını tamamen ıslah
eden tarafa ıslah ettiği davasını daha sonra, zamanaşımı süresi içerisinde
olmak kaydıyla, yeniden açabilme hakkının tanınması gerekir. Bu görüşe uygun
düşen güncel bir Yargıtay içtihadı bulunmamaktadır.
a.1.2. Kısmi Islah Açısından Sonuçları
Islah, HMK'nın 179. maddesinin birinci
fıkrasına göre, bütün usul işlemlerinin yapıldığı andan itibaren yapılmamış
sayılmasına sebep olur. Aynı maddenin ikinci fıkrasına göre de bazı işlemlerin
yapılmamış sayılmasına karar verilemez. Ancak yapılan kısmi ıslah, HMK'nın 179.
maddesinin ikinci fıkrasında sayılan işlemlerin yargılamada göz önünde
tutulmasını gerektirmiyorsa, bu işlemler ikinci maddenin emredici hükmüne
rağmen geçerli kılınamaz.
Aynı maddenin üçüncü fıkrası, ikinci
fıkradaki kuralın emrediciliğini bu şekilde yumuşatmaktadır. Kısmi ıslah,
aslında ıslah yapılmadan önce davadaki eksiklerin tamamlanması, yanlışların
düzeltilmesi, ıslahtan önceki aşamaya ek vakıa ve iddiaların eklenmesi
mahiyetinde tamamlayıcı ve düzeltici bir işlemdir. Bu nedenle çoğunlukla kısmi
ıslahta eski işlemler yapılmamış sayılmaz. Çok nadiren eski usul işlemlerinden
bazılarının yapılmamış sayılmasına karar verilebilir. Kısmi ıslahta, az
miktardaki bu yapılmamış sayılan işlemlerin etkileri ortadan kalkar ve hâkimin
kararı açısından bir etki doğurmazlar.
a.2. Faizin Islah ile Talep Edilebilip
Edilemeyeceği Sorunu ve Islahın Faiz İle İlgili Sonuçları
Faiz, para alacaklısının, bu paradan
mahrum kaldığı süre için kendisine tanınan bir karşılıktır. Faiz, anaparadan
ayrı fakat ona bağlı bir alacaktır. TBK'nın 152. maddesine göre, anapara
alacağı doğmadıkça faiz alacağı da doğmaz, anapara alacağı sona erince de faiz
alacağı işlemez.
Dava açıldıktan sonra faizin, faizin
başlangıç tarihinin ve faiz türünün başka bir dilekçe ile istenmesi, HMK'nın
141. maddesi gereğince iddianın veya savunmanın değiştirilmesi veya
genişletilmesi yasağı kapsamındadır. Bu yasak ise ya karşı tarafın açık
muvafakati ile ya da ıslah yoluyla aşılabilir.
Davacı, dava dilekçesinde aslında istemesi
gereken faiz türü yerine örneğin avans faizi istemesi gerekirken bunun yerine
yasal faiz istemesi gibi daha düşük oranda bir faiz türünü istemiş de olabilir.
Islah yapılan yanlışlıkların düzeltilmesidir. Bu nedenle de davacı ıslah
yoluyla yanlış istediği faiz türünü de düzeltebilir.
Kısmi ıslahta, ıslah edilen bölümde açıkça
faiz talep edilmediği takdirde, mahkeme dava dilekçesinde faiz talep edilmiş
ise ıslahla arttırılan kısım için de faize hükmedecektir. Burada ıslah dilekçesinde
faiz talebinin tekrarlanmasına gerek yoktur.[32]
Talep sonucu tümden ıslah edildiğinde,
alacağın tamamı için dava dilekçesinde belirtilen faizin başlangıç tarihi
belirtilmedi ise ıslah tarihinden itibaren faiz yürütülecektir. Ancak faize,
ıslah dilekçesinin havale tarihinden değil, ıslaha ilişkin harcın yatırıldığı
tarihten itibaren karar verilecektir. Eğer ıslah talebinde bulunan, harçtan
muaf ise o zaman ıslah dilekçesinin havale tarihi faizin yürümesi açısından
temel alınacaktır.
Tamamen ıslah yapılması halinde, ıslah
sonucu oluşan davadaki alacak, tüm sonuçlarını ilk açılan dava tarihinden
itibaren doğurmaya başlar. İlk dava ıslah edildikten sonra, yeni oluşan davada
eğer para alacağı söz konusu ise ve ıslah sonucu oluşan yeni davada da faiz talep
edildiyse, faiz ilk dava tarihinden itibaren işlemeye başlayacaktır.
b. Maddi Hukuku Bakımından Genel Olarak
Islahın Sonuçları
Islah hakkının kullanılması, davanın
açılması ile maddi hukuk açısından doğan tüm sonuçlar üzerinde etki yapar.
Davanın açılmasının maddi hukuk açısından sonuçları zamanaşımın kesilmesi, hak
düşürücü sürenin korunması, şahsa bağlı hakların malvarlığı haklarına
dönüşmesi, iyi niyetin ortadan kalkması ve davalının temerrüde düşmesidir.
Nafaka ve manevi tazminat gibi bazı haklar
şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardandır. Bu haklar, hak sahibi şahıs tarafından
bizzat talep edilmez ise mirasçıları tarafından da talep edilemez. Ancak ölüm
anına kadar talep edilmiş olanlar artık malvarlığı hakkına dönüştüğü için
mirasçılar tarafından talep edilebilir.
Davanın açılması ile davalı temerrüde
düşer ancak davada belirtilen bedel kadar bu temerrüt gerçekleşir. Tamamen
ıslah ile bedelin tamamı açısından davalı temerrüde düşmüş duruma sokulabilir.
Davayı sona erdiren feragat, sulh, kabul gibi
işlemler nitelik olarak maddi hukuka ait işlemlerdir. Bu işlemlerin yargılama
süresi içerisinde yapılmaları bu işlemleri usul işlemi sınıfına sokmaz. Bu
işlemler yapıldıkları anda davayı sona erdirirler. Başka bir dava için de kesin
hüküm sonucunu doğururlar. Bu işlemlerin ıslah ile ortadan kaldırılmaları da
mümkün değildir. Bu işlemlerin ortadan kaldırılmalarının tek yolu yanılma,
aldatma ve korkutma gibi iradeyi sakatlayan hallerdir. Yanılma, aldatma ve
korkutma haricinde feragat, sulh ve kabul beyanında bulunanın bu işlemlerin
sonuçlarından kurtulma şansı bulunmamaktadır.
Tamamen ıslahta ilk davanın açılma
tarihinin, ıslah ile oluşan yeni dava açısından da temel alınacağı,
zamanaşımını keseceği ve hak düşürücü süre açısından da ilk davanın açılma tarihinin
temel alınacağı kabul edilmektedir. Islahın genel mantığı açısından da ıslah
ile oluşan yeni davanın, ilk davanın açıldığı tarihte açılmış sayılması hukuka
ve hakkaniyete uygun bir uygulamadır.
Kısmen ıslahta ise ıslah edilen işlem ve
davanın aldığı yeni durum açısından, zamanaşımı veya hak düşürücü sürenin
hesaplanması davanın açıldığı tarihe göre değil, ıslahın yapıldığı tarihe göre
hesaplanır.
c. Islah Hakkı Kullanıldıktan Sonra
Islahtan Vazgeçme
HMK'nın 176. maddesinde ıslah hakkı
kullanıldıktan sonra kullanılan ıslah hakkından vazgeçme konusunda herhangi bir
hüküm yoktur. Ancak nitelik itibari ile ıslah da bir usul işlemidir. Islah her
ne kadar bir usul işlemi ise de bir diğer yönden bakıldığında, yanlış yapılan
usul işlemlerinin düzeltilmesidir. Islahtan vazgeçme, yanlış yapılmış veya
yapılmasından vazgeçilmiş bir usul işlemini düzeltmektir ki burada yapılmış
olan ıslah düzeltilmektir. Islah hakkını kullanan, bu hakka bir kez sahip
olduğu için de yapmış olduğu ıslahtan vazgeçemez. Çünkü yapılmış bir ıslahtan
vazgeçebilmek için de yine ıslaha ihtiyaç bulunmaktadır.
Islah hakkı kullanıldıktan sonra yapılmış
olan ıslahtan vazgeçmek isteyen tarafın sahip olduğu tek yol, karşı tarafın
açık muvafakatidir. Çünkü yapılan ıslahtan vazgeçmek, HMK'nın 141. maddesine
istinaden iddianın veya savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağı
kapsamındadır. Burada dikkat edilmesi gereken ıslah dilekçesindeki maddi
hataların düzeltilmesi ikinci kez ıslah yapıldığı manasına gelmez.
d. Kötü Niyetli Islah Ve Sonuçları
Kötü niyetli ıslah HMK'nın 182. maddesinde
düzenlenmiştir. Maddenin lafzına baktığımızda yapılan ıslahın davayı uzatmak
veya karşı tarafı rahatsız etmek gibi kötü düşüncelerle yapılması halinde kötü
niyetli ıslah olarak kabul edileceği düzenlenmiştir. Hâkimin kötü niyetli
olarak ıslah yapıldığına deliller ve belirtilerle ulaşması gerekmektedir.
Belirtilerin neler olacağı ve hâkimin kötü niyetle ıslah yapıldığına ilişkin
kanaate nasıl varacağı ise muğlâk bir konudur. Çünkü ıslah taraflara bir kez
kullanmaları için tanınmış bir haktır. Kötü niyetle yapılan ıslaha ve kötü
niyetle yapılan ıslahın sonuçlarına ilişkin olarak bugüne kadar verilmiş bir
içtihat da bulunmamaktadır.
Kötü niyetle ıslah yapıldığına kanaat
getiren hâkim, öncelikle kötü niyetli olarak yapılmış olan ıslahı dikkate
almayacak ve davayı ıslahtan önceki duruma göre değerlendirerek karar
verecektir. Yaptığı ıslah kötü niyetli kabul edilen taraf, bu suretle ıslah
hakkını da kullanmış sayılacaktır. Madde içeriğinde ayrıca hâkimin kötü niyetle
ıslaha başvuranı, karşı tarafın bu yüzden uğradığı bütün zararlarını ödemeye
mahkûm edeceği de bildirilmiştir.
SONUÇ
Islah, tarafların bir davada iddianın veya
savunmanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağı sebebiyle yapamadıkları
usul işlemlerini, giderlerini karşılayarak tek taraflı bir irade beyanı ile
tamamen veya kısmen düzeltmeleridir. Islah beyanı tek taraflı bir irade beyanı
ile kullanılır ve hâkimin onayını veya karşı tarafın iznini gerektirmez. Islah
yenilik doğurucu bir haktır. Taraflar için sınırsız bir şekilde diledikleri
zaman kullanabilecekleri bir hak da değildir.
Islah tanımsal olarak, HMK'nın 176.
Maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu maddenin lafzına göre taraflardan her
biri yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir. Buradan
çıkarılan sonuca göre, taraflar sadece taraf usul işlemlerini ıslah ile
düzeltilebilir ya da değiştirilebilir.
Islah niteliği bakımından, davada yapılan
bir taraf usul işleminin düzeltilmesidir. Taraflar yargılamanın herhangi bir
aşamasında usule ilişkin hatalarını anladıklarında düzeltmek isterler. Islah
müessesesi de taraflara hatalarını düzeltmek için bir defaya mahsus olarak
verilmiş bir hukuki çaredir. Söz konusu hataların esaslı mahiyette olması
gerekir. Islahın bu özelliği ise maddi hataların düzeltilmesi müessesinden,
ıslahı ayırır.
Islahı iki türü bulunmaktadır. Bunlardan
biri tamamen ıslah, diğeri ise kısmen ıslahtır. Islahın yapılmış olması, maddi
hukuk işlemlerini ve HMK'nın 179.maddesinin ikinci fıkrasında sayılan bazı usul
işlemlerini etkilemez. Tamamen ıslah yolu ile dava tümüyle değişmektedir. Ancak
davacı dayandığı vakıaları tamamıyla değiştiriyor ancak talep sonucu aynı
kalıyorsa, bu tamamen değil kısmen ıslahtır. Çünkü bu yolla davacı başta açmış
olduğu davasına, o dava ile ilgili yeni bir vakıa veya talep eklemektedir.
Davanın unsurlarından birinin veya birkaçının değiştirilmesi de kural olarak
tamamen ıslahtır.
HMK’nın
177. maddesinin ikinci fıkrasına göre, “ıslah,
sözlü veya yazılı olarak yapılabilir”. Islahın yapılması için ıslah talebinde bulunanın açık bir irade beyanında
bulunması gerekmektedir. Bu beyan
uygulamada
ıslaha başvuranın yazılı dilekçesini mahkemeye sunması ile gerçekleşir. Ancak taraflar duruşma
esnasında da ıslah talebinde bulunulabilir ve
beyanda bulunanın, bu beyanını duruşma zaptına hâkim tarafından yazdırılmalıdır.
HMK’nın
176. maddesinin ikinci fıkrasına göre aynı davada, taraflar ancak bir kez ıslah
yoluna başvurabilirler. Tarafların ikinci kez ıslah yoluna başvurmaları halinde
mahkemenin bunu kendiliğinden göz önüne alarak, ikinci kez yapılan ıslahı
reddetmesi gerekmektedir. Çünkü
söz
konusu hüküm niteliği itibari ile emredicidir.
Islaha
başvurma süresi, HMK’nın 177. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiştir. Söz
konusu hükme göre tahkikatın sona ermesine kadar ıslah yapılabilir. Islaha
başvurma süresinin sonu, tahkikatın bittiği andır. Ancak ıslaha başvurma
süresinin başlangıcı ise davanın açıldığı an değildir. Islaha başvurabilmenin
bir başlangıç anı vardır bu ise iddianın veya savunmanın değiştirilmesi veya
genişletilmesi yasağının başladığı andır. Çünkü bu yasak başlamadan önce
tarafların ıslaha ihtiyacı yoktur. Çünkü taraflar, yasak başlamadan önce
diledikleri gibi iddialarını veya savunmalarını değiştirebilirler veya
genişletebilir.
Islah
ile bazı işlemler yapılamaz. Bu işlemler karşı dava açılamaması, ikinci tanık
listesinin verilememesi ve ilk itirazların ileri sürülememesidir. Çünkü gerek
karşı davanın açılması gerekse de ilk itirazların ileri sürülmesi için kanunun
taraflara tanıdığı süre, hak düşürücü süre niteliğindedir. Bu hakkını
kullanacak taraf eğer kanunda belirtilen süre içerisinde karşı dava açmaz ya da
ilk itirazlarını ileri sürmezse, bu haklarını kaybederler. İkinci tanık
listesinin verilememesinin sebebi ise bu hususun kanunda açıkça yazması ve bu
hükmün emredici nitelikte olmasıdır.
Sonuç
itibari ile ıslahın uygulama şekli detaylıca açıklanmıştır. Islah taraflara
tanınmış tek seferlik bir hak olduğundan bu yola başvurulmadan önce dikkatli
olmak gerekir. Dava sürecinde yapılan değerlendirmeler ile farklı talepler
gündeme gelebileceğinden ıslah her zaman gerekli bir husus olacaktır.
KAYNAKÇA
*Eroğlu, Orhan, Medeni Usul Hukukunda
Islah. Doktora Tezi, Yeditepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017.
*Eroğlu, Orhan, "Islah ve Hukuk
Muhakemeleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı
Taslağı Kapsamında Islahın Değerlendirilmesi ". TBB Dergisi, (2018).
*Koçak, Berkay, "6100 Sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu Kapsamında Islah Kavramı ve Islahla Yapılamayacak
İşlemler". İstanbul Barosu Dergisi 93/1 (Ocak - Şubat 2019).
*Bilgen, Mahmut, "Usul Hukunda Islah
ve Sonuçları". Fasikül Hukuk Dergisi 11/111 (Şubat 2019).
*Gündüz, Okan, "Islahla Dava Değerinin
Artırılması Sonucunda Ortaya Çıkan Bazı Hukuki Meseleler". Yıldırım Beyazıt Hukuk Dergisi, Sayı:1 (2017)
*İstanbul Barosu Dergisi, 95/2021/2
(Mart-Nisan 2021), (syf 365-627).
* Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez/Prof. Dr.
Oğuz Atalay/Prof. Dr. Muhammet Özekes, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı,
İstanbul, 2018, syf. 262
* Y. İ. B. G. K. E. 2017/8 K. 2019/3 T.
24.5.2019
*28253 sayı ve 03.04.2012 tarihli Resmi
Gazete‟de yayımlanan HMK Yönetmeliği
* Y.H.G.K. 29.06.2011, E. 2011/1-364, K.
2011/453
* Kuru/Arslan/Yılmaz, Usul, s. 117;
Sungurtekin-Özkan, s. 105, 106; Ulukapı, Usul, s.183; Postacıoğlu/Altay, s.
176, 177; Arslan/Yılmaz/Taşpınar-Ayvaz, Usul, s. 158, 159.
* Y. 15. H.D. E. 2021/1392 K. 2021/2059 T.
29.4.2021
*Y.9.H.D.
14.01.2015 T. 2013/7380 E.- 2015/457 K.
*Y.İç.Bir.K. 06.02.1984 T. 1983/7
E.-1984/3K.
*Y.3.H.D.
03.10.2012 T. 2012/14922 E.- 2012/20526 K.
* Y.16.H.D. 31.01.2013 T. 2012/9435
E.-2013/418K
* Üstündağ, Takas, s. 220; Thur, s. 148;
Karslı, Usul İşlemleri, s. 28, 29; Muşul, Terdit, s. 146; Topuz/Topuz, s. 723,
724; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 254; Yılmaz, Islah, s. 137; Karslı, Usul, s.
348; Ulukapı, Usul, s. 180, 181.
*Y. 13. H.D. 26.03.2012 T.
2012/6887 E.-2012/8246 K.
*Y.H.G.K.
06.03.2013 T. 2012/2-794E.-2013/310 K.
* Y.H.G.K. 02.04.1980 T.
1978/11-175E.-1980/1458 K.
*Y.H.G.K. 12.10.2005 T.
2005/19-528E.-2005/568K.
* Y.9.H.D. 21.02.2011 T.
2009/3685E.-2011/4410K
*Üstündağ, Yasak, s. 97.
*16.04.2008, Dönem 23, Yasama
Yılı:3, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ve Adalet Komisyonu Raporu, 1/574/393 -
www.tbmm.gov.tr
*Y.8.H.D.
07.03.2000 T.1999/8231E.-2000/1962K
*Y.21.H.D.
06.03.2013 T. 2013/3004E.-2013/4066K
*Y.H.G.K. 14.11.2001 T.
2001/21-993E.- 2001/1019K.
*Y.13.H.D. 05.06.2008 T.
2008/1735E.- 2008/7867K
*Y.1.H.D. 25.06.2009 T.
2009/6648E.-2009/7451K., Y.13.H.D. 24.09.2007 T. 2007/5987E.-2007/10970K
*Danıştay 8. D. 2015/5182 K.
2015/4932 T. 4.11.2015
* Y.9.H.D.26.11.2014 T.
2014/31734E.-2014/35646K
[1] 6100 sayılı HMK
m.141/1 “ (1) (Değişik:22/7/2020-7251/15 md.) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci
cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut
değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya
savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.”
[2] Prof. Dr. Hakan
Pekcanıtez/Prof. Dr. Oğuz Atalay/Prof. Dr. Muhammet Özekes, Medeni Usul Hukuku
Ders Kitabı, İstanbul, 2018, syf. 262
[3] Orhan Eroğlu,
‘Medeni Usul Hukukunda Islah’, (Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul, 2017, syf. 13
[5] 28253
sayı ve 03.04.2012 tarihli Resmi Gazete‟de yayımlanan HMK Yönetmeliği’nin
41/ğ fıkrasında da ön inceleme duruşma zaptına “iddia ya da savunmasını
genişleten taraf olmadığı bu konuda karşı tarafın açık muvafakatinin bulunup
bulunmadığı,” hususlarının da yazılacağı bildirilmiştir.
[6] Y.H.G.K.
29.06.2011, E. 2011/1-364, K. 2011/453
[7] Kuru/Arslan/Yılmaz,
Usul, s. 117; Sungurtekin-Özkan, s. 105, 106; Ulukapı, Usul, s.183;
Postacıoğlu/Altay, s. 176, 177; Arslan/Yılmaz/Taşpınar-Ayvaz, Usul, s. 158,
159.
[8] 6100 sayılı HMK
m.179/2 “ (2) Ancak ikrar, tanık ifadeleri, bilirkişi rapor ve beyanları, keşif
ve isticvap tutanakları, yerine getirilmiş olan veya henüz yerine getirilmemiş
olmakla beraber, karşı tarafın yerine getireceğini ıslahtan önce bildirmiş
olması koşuluyla, yeminin teklifi, reddi veya iadesi ıslah ile geçersiz
kılınamaz.”
[10] Y. 10. H. D. E.
2020/6889 K. 2020/5292 T. 1.10.2020
[11] 6100 sayılı HMK m. 181 “(1) Kısmen ıslaha başvuran tarafa,
ıslah ettiği usul işlemini yapması için bir haftalık süre verilir. Bu süre
içinde ıslah edilen işlem yapılmazsa, ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam
edilir”
[12] 6100 sayılı HMK m.
180 “- (1) Davasını tamamen ıslah ettiğini bildiren taraf, bu bildirimden
itibaren bir hafta içinde yeni bir dava dilekçesi vermek zorundadır. Aksi
hâlde, ıslah hakkı kullanılmış sayılır ve ıslah hiç yapılmamış gibi davaya
devam edilir.”
[13] Y.9.H.D. 14.01.2015
T. 2013/7380 E.- 2015/457 K.
[14] Y.İç.Bir.K.
06.02.1984 T. 1983/7 E.-1984/3K.
[15] Y.3.H.D. 03.10.2012 T. E.- 2012/20526 K.
[17]Bir işlem dava
içerisinde yapıldığında önce usul hukukundaki niteliğine bakmak gerekmektedir.
Bu nedenle de dava içerisindeki feragati bir usul işlemi olarak kabul
edebiliriz. Üstündağ, Takas, s. 220; Thur, s. 148;
Karslı, Usul İşlemleri, s. 28, 29; Muşul, Terdit, s. 146; Topuz/Topuz, s. 723,
724; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s. 254; Yılmaz, Islah, s. 137; Karslı, Usul, s.
348; Ulukapı, Usul, s. 180, 181.
[18] Y. 13. H.D.
26.03.2012 T. 2012/6887 E.-2012/8246 K.
[19] Y.H.G.K. 06.03.2013
T. 2012/2-794E.-2013/310 K.
[23] Üstündağ, Yasak, s.
97.
[24] 16.04.2008, Dönem
23, Yasama Yılı:3, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ve Adalet Komisyonu Raporu,
1/574/393 - www.tbmm.gov.tr
[25] Y.8.H.D. 07.03.2000
T.1999/8231E.-2000/1962K
[26] Y.21.H.D.
06.03.2013 T. 2013/3004E.-2013/4066K
[27] Y.H.G.K. 14.11.2001
T. 2001/21-993E.- 2001/1019K.
[28] Y.13.H.D.
05.06.2008 T. 2008/1735E.- 2008/7867K
[29] Y.1.H.D. 25.06.2009
T. 2009/6648E.-2009/7451K., Y.13.H.D. 24.09.2007 T. 2007/5987E.-2007/10970K
[31] Y.9.H.D.26.11.2014
T. 2014/31734E.-2014/35646K
[32] Y. İ. B. G. K. E.
2017/8 K. 2019/3 T. 24.5.2019